5 Kasım 2018 Pazartesi

Sindirmek!


Resmen mobbing! Hem de asttan üste olanından!





İşi yapmak şöyle dursun, işleri sabote ediyor resmen! Gizli gizli iş çevirmeler... Beni kale almak şöyle dursun, maillerime bile dönülmüyor! Neymiş, "Performans Görüşmeleri"'nde "düşük puan" vermişiz! Aylardır "Feedback toplantıları" yapıyoruz be kızım. Bir tane geri bildirimimi adam yerine koy da, fırsata çevir! Ne bir kendine gelişme yolu araştırmak var, ne de başını öne eğip bir öz-eleşitiriye girişmek! Onun için harcadığımız onca zamana, emeğe saygı duymayı da bırak, tek dert "hakkım olan tazminatlar"'ı almak!!!!!





Yaw, ben yöneticimden bir şey öğreneceğim, bir şey kapacağım diye onun gözünün içine bakardım. Ki o dönemler, "Open door policy" şöyle dursun, bilginin kendine saklanarak güçlü olunduğu düşünülen zamanlar! Müdürün odası, tam bir merak konusu mesela. Öyle cam falan yok! Bildiğin kapı duvar; ayrı bir dünya! İçerde neler oluyor, neler konuşuluyor?! Kapı aralanacak da; sonra, kimsenin seni o an gözlemlemediğinden emin olacaksın; ki, içeri doğru bir göz atabilesin!
Purolar, viskiler... "İçerde galiba dünya kurtarılıyor!"
Ne bize bir şey anlatan olurdu, ne de bizim sormaya cesaretimiz.
Hiyerarşideki yerin kadar bilgin olur, daha fazla için bir üst rütbeye terfi kapman gerekiyordu.





Şimdi açık ofislerde müdürünle aynı havayı soluyorsun. Her türlü bilgiye kolaylıkla ulaşabiliyorsun. 

Amma velakin, gel gör ki, multi-task yeteneğine sahip olmayanlar böyle bir düzende başarılı olamıyor. Ne, öğrendiği bilgiyi nasıl ve nerede kullanacağını biliyor, ne de o öğrendiği bilgi ile ne yapacağını...

Bilgi, tonlarca bilgi, o kadar çok çeşitli yerden, ve aynı anda, ve o derece hızlı akıyor ki, kimi insanoğlu bununla baş edemiyor. Kafalar iyice karışıyor!





Ronald Giphart ve Mark Van Vugt'ın "Uyumsuzluk" adlı kitabını okudukça da, anlıyorum ki, ne beden, ne de beyin, ne de zihin, taş devrinden bu yana, son yüzyılın bu muazzam hızdaki dijital devrimine, dönüşümüne adapte olamadı, olamıyor. Bir gecede mutant olunamıyor! Biyolojik evrim, kültürel evrime yetişemiyor; bütün uyumsuzluklar bundan doğuyor.






Çok uzak değil, 90'lı yıllarda, iş hayatına atıldığım ilk stajımdaki iletişim hızına bir bakalım mesela. Cep telefonunun olmadığı bir dönem bu; bambaşka bir dünya. Fax diye dev bir alet var; hayatımız o. Bir nevi, ofis dışına mail atma sistemi. Her departmanda CLP ekranlı bir bilgisayar var. "Computer" deniyor o zaman, sadece "computer". Henüz PC -Personal Computer- "kişisel" fikri yok ortada!  O derece! Tüm departman aynı bilgisayarı ortak kullanıyor. İşte o bilgisayar fax kapağı ve duyuruları yazmaya yarıyor. Print ediyorsun, sonra o sayfaları fax ediyorsun.





Şirket içi iletişime girişeceksen, aynı "Computer"'de "MEMO" hazırlıyorsun. Print edip, pardon bastırıp, fotokopi makinasında çoğaltıyorsun. Ve o MEMO'yu ilgili departmanlara bizzat ulaştırıp, imza karşılığı teslim ediyorsun. Onlar da departmanlarındaki "MEMO BOARD"'a asıp, tüm departmanın o MEMO'yu okumuş olmasını bekliyorsun.

Ofis dışı iletişime geri dönelim. O "fax etmek" denilen şey o kadar da kolay iş değil. Anlatayım! Telefon numarasını çevireceksin. Aynı zamanda, fax edeceğin o ortak bilgisayarda yazıp print ettiğin A4 saylarını, doğru sıraya ve doğru yüzü ile fax makinasına yerleştirmiş olacaksın. Oldu ya bir yazım hatası buldun onu Tippex'leyip, kurumasını bekleyeceksin. Karşı fax meşgul olmayacak. Sürekli "meşgul" sesi aldığın fax'ın şirketini, -ki eğer o şirket büyük hele de önemli ise doğal olarak fax da yoğun, hep meşgul-, telefon ile arayıp, "Sevgili şirket, size fax çekmeye çalışıyorum. Fax'ınız sürekli meşgul, çevir sesi alamıyorum. Bir kontrol edebilir misiniz, rica etsem!" türü tacizlerde bulunacaksın. Diyelim ki karşı fax'ın o "gidiyor" "dııııııt"'ını aldın, yetmez! Karşı fax'ın toneri bitmemiş olacak. Kağıt rulosu makinaya doğru yerleştirilmiş olacak. Yazıların hepsi, okunur halde, tam tamına çıkacak. Ve ayrıca, karşı tarafta fax'a bakan bir de vatandaş olacak. Bitmiyor. O vatandaş fax'ı, fax kapağında "To:"'ladığımız kişinin departmanındaki "in-tray"'ine bırakacak. En önemlisi, o "To:"'ladığımız arkadaş, o gün ya da en azından o günlerde ofiste olacak. Yok ofis dışındaysa, aman bir de tatildeyse, ona ulaşmayı unut. (Ahhh o eski güzel günler.) En iyisi mi, fax ettiğin o karşı tarafı bir telefonla arayacaksın. "To:"'ya dahilisinden ulaşabiliyorsan ne ala, yoksa cayır cayır çalan telefona bir Allah'ın kulunun bakmasına kalacaksın. Şirket kurumsalsa nispeten şanslısın. Departman asistanına, ya da gelenek olarak tüm dahililere de cevap veren bir ofis çalışanına rastalayacaksın. Seni severse ve keyfi de yerindeyse, ve isterse, mesajı "To:" arkadaşımıza ileteceğini farz edip, fax'ın sonunda okunacağına gönül rahatlığıyla olmasa da fikir olarak inanacaksın!







Velhasıl, iş beğenmiyorsan, kendi aklına ve tavrına uygun iş arar, o istemediğin işten de istifa eder gidersin!!!

"Hakettiği" tazminatları verdik gitti!!!





Onca yıllık iş hayatımda, yüzlerce ekip arkadaşım oldu. İşten ayrıldılar, ellerimle başka şirketlerde işe yerleştirdim. İlk defa, çalışanıma "refere" olamayacağım.

Geçtim yarattığı tavan yapan stresi, dahası, üzülüyorsun derinden. Zamanını harcamışsın, emek ve dolu eğitimler verişsin, tüm bildiğini aktarmış, gönlünü açmışsın. Ona inanmış, güvenmişsin...





E zaten o "güven" denen acayip zorlu yoldan henüz yeni geçmişim!
Ve belki henüz de geçememişim!





"İşyerindeki kameraların app'ine nasıl ulaşırım da, ne halt ettiğini kontrol ederim?!"
"Arabasına takip cihazı mı taksam?!"
"Telefonu mu dinlesem?!"
"Dedektif mi tutsam?!"
...




"Nerdesin?"
"Kim var yanında?"
"Nerdeydin? Nerde kaldın?"
"Kimleydin?"
...





"Eeeeeeeh çekemem be! Bu eve sen dönmek istedin, o halde her soruma katlanacaksın! Yok öyle!
Haaaaa beğenmiyorsan da, buyur kapı şuarada!!!"






Adam her küfürüme şefkatle cevap veriyor!!!!!!!




Sonra bana yine geliyorlar...





...


"Sindirmek" öyle kolay olmuyor!!!


"Sindirmek" türkçe anlam olarak "sinmesini, korkmasını, çekinmesini sağlamak ya da sinmesine, korkmasına, çekinmesine yol açmak" olsa da, ayurveda ya da yoga, "dönüştürmek" ya da "dönüşmek"'ten bahseder.

"Sinmek" değil de, o muazzam sindirim sistemimizin bir elmayı bedenimizde canlı hücrelere dönüştürmesi gibi... Yediğim semizotunun, beynimin bir parçası olması gibi... Gözüm, elim, tırnağım, saçım, kanım, kalbimin her gün yenilenmesi gibi...


Hücrelerinin, bedenin ve enerjinin yenilenmesi, dönüşmesi ve aynı zamanda ihtiyacın olmayan, sana hizmet etmeyen ne varsayı da bırakmak, hepsinden kurtulmak...

Yediğin içtiğin, aldığın hava, her deneyim, her öğrendiğin, her başına gelenin sindirilmesi için bir zamana ihtiyaç var. Bedenin, yaşamın, sinir sisteminin, ruhun ve kalbinin dönüşmek için zamana ihtiyacı var.

Ve o süre, o zamanı kendine tanımak zorundasın!
...

Öyle çok ağladım ki! Öyle çok yalvardım ki; içimin daralması, kalbimin sıkışması, aldığım her nefeste yüreğime saplanan o öldüren acının bir an önce geçmesi için... 
Gözyaşları içinde meditasyonlara oturduğumu hatırlıyorum...
Sabah olsun diye günlerce uyuduğumu biliyorum... 
Uyuşmak için bilmem kaçıncı Tuborg Gold ile antidepresan ve melatonin içmişliğimi anlattılar...
...

Psikiyatristime, "beni bir yıl sonraya götür" diye yalvarmışlığım var!
...




Beş tabak makarnayı bir anda yersen, midene oturur. Beden mucize olsa da, onca ağırlığı bir anda sindiremez. Bırak sindirmeyi, mideye inen onca şey, tüm sindirim organlarını ve tüm bedeni önce sıkıştırır, sonra da şoka sokar. Kalbe neredeyse kriz geçirten spazma girersin.

İşte tam da o anda, tüm olanları nasıl algıladığın, nasıl karşıladığın müthiş önem kazanır!

5 tabak makarnanın fazla olduğunu, e bir de glutenin de zaten zor sindirildiğini hatırlayıp, spazm geçirdiğini farkeder, bedeni doğal ritminde yavaşça haraket ettirir, gerekiyorsa sindirime destek olacak besinlerden destek alır, nefesine odaklanır, sakince geçmesini beklersin. O gerekli zamanı kendine tanır ve sindirimin senin için çalışmasına izin verirsin.

Ya da, kalp krizi geçiriyorum paniği ile kalp çarpıntılarını daha da arttırır, nefesinin daha da hızlanmasına sebep olur, önce sindirim sistemini durdurur, sonra bağışıklık sistemini baskılarsın. Zıplattığın kortizol seviyenle organların işlevlerini yapmalarına harcayacakları tüm enerjiyi onlardan çekip, "savaş ya da kaç" mekanizması için saklanmasına sebep olur ya da tamamen donarsın. Hiç bir sindirim organı çalışmadığından, midende oturan o beş tabak makarna daha da ağırlaşır; iyicene sıkmaya başlar. Makarna da enerji de sıkışıp kalır içinde! Bedendeki o salınamayan, hapsolan enerji, tıkanıklığa sebep olur. Daha da akamazsa, beden kendi kendini yakmaya başlar. Ve sonunda korktuğun başına gelir. Gerçekten de çok ciddi hastalıklarla boğuşur bulursun kendini.

Ve şu an, tüm bunları yeniden hatırlayınca; sinirliyken, stresliyken, kortizol tavan yapmışken, bir de ağzıma sözde "comfort food"'ları, rahatlatacağına aldanarak, tıkıştırdığımı düşününce, kendimi nasıl da "yaktığımı" farkediyorum!!!





Batı tıbbının babası Hipokrat, binlerce yıl önce "Bütün hastalıklar bağırsakta başlar." demiş olsa da, bu "modern" tıp neden daha yeni keşfediyor bunları, anlamak mümkün değil.







Bunun yanı sıra, çok daha fazla batılı doktorun, sindirim sistemi ve bedene bütünsel etkisini derinlemesine irdelemesi ve Ayurveda, Çin Tıbbı gibi kadim bilgileri de araştırmaya başlaması da boşuna değil.
Hala sadece biyolojik sindirim ile ilgili çalışmalara odaklansalar da, Yoga'dan, Çigong'dan, Çakralar ve Meridyenler'den biliyoruz ki, sindirilemeyen duygular da enerjetik bedende tıkanmalara, ve dolayısıyla, hastalıklara sebep oluyorlar.






Bu kış 200 saatlik Ayurveda Yaşam Programı eğitimine katılasım var. Yogamı da 300 saatlik programla ileri seviyeye taşıyasım...
Fakat para biriktirmek, bulmak lazım! Malum artık hayat iyicene zor!

İyisi mi, havalar da soğumuşken, İstanbul'un o ünlü pusu, şehri kaplamışken, dizimi kırayım, evimde oturup, baya bir iddalı hale gelen kitaplığımdan şu üç ana konudakilerini iyicene bir çalışayım.


1. Ayurveda ve sindirim denen muazzam sistem:
  • Tibet'in Gençlik Pınarı - Peter Keder
  • Yoga ve Ayurveda: Kendine Şifa ve Kendini Bilme - Dr. Vedaçarya David Frawley
  • Ayurveda - Dr. Vasant Lad
  • What are you HUNGRY FOR? - Deepak Chopra
  • Hot Belly Diet: A 30-Day Ayurvedic Plan to Reset Your Metabolism, Lose Weight, and Restore Your Body's Natural Balance to Heal Itself Suhas G. Kshirsagar
  • Ayurveda: Sağlıklı ve Mutlu Yaşamın Sırrı - Dr. Kulreet Chaudhary ve Eve Adamson
  • Ayurveda: Sağlık, Mutluluk ve zindelik için aradığın her şey doğada var - Ulli Allmendinger
  • Genleriniz Kaderiniz Değildir: Hayatınızı değiştirecek günlük rutinler - Ebru Şinik
  • Ayurveda: Beden, zihin ve ruhun uyum içinde işleme sanatı - Dr. Scott Gerson
  • Ayurveda: Sağlıklı ve Uzun Yaşamın Sırları - Dr. M. Ender Saraç 
  • Kuşaklara göre Ayurvedik beslenme - Dr. Dennis Thompson
  • Detoks: Sağlıklı ve uzun bir yaşam için vücudunuzu arındırmanın doğal yolu - Daniel Reid
  • Clean: Expanded Edition: The Revolutionary Program to Restore the Body's Natural Ability to Heal Itself - Alejandro Junger, M. D.
  • Temiz Bağırsak: Hastalıkların sonuçlarıyla uğraşmak yerine nedenlerini ortadan kaldırın - Dr. Alejandro Junger
  • Brain Maker: The Power of Gut Microbes to Heal and Protect your Brain - for Life - Dr. David Perlmutter
  • Büyüleyici Bağırsak: Küçümsediğimiz organ "bağırsağın" iç dünyası - Giulia Enders
  • Beyinde ararken BAĞIRSAKTA buldum - Dr. Serkan Karaismailoğlu
  • Mikrobiyota: İçimizdeki mikroplar ve yaşama büyüleyici bakış - Ed Yong
  • Duygusal Beyin: Bağırsak - Prof. Dr. Hüseyin Nazlıkul
  • Beyin - Bağırsak Bağlantısı: Vücudunuzdaki gizli konuşmanın duygularımız, tercihlerimiz ve sağlığımız üzerindeki etkisi - Dr. Emeran Mayer

   
 

 




2. Evrim içinde insan bedeni ve yemek:
  • Hayvanlardan Tanrılara Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir TarihiYuval Noah Harari
  • Neandertal: Modern Bilim Onların Hikayesini Yeniden YazdıMichael A. Morse & Dimitra Papagianni
  • Gezegenin Efendileri: İnsan Kökenlerinin Hikayesi - Ian Tattersall
  • Homo Deus: Yarının Kısa bir TarihiYuval Noah Harari
  • İnsan Vücudunun Öyküsü: Sağlık, Hastalık ve Evrim - Daniel E. Lieberman
  • Tüfek, Mikrop ve Çelik - Jared Diamond
  • Düne Kadar Dünya: Eski Toplumlardan Ne Öğrenebiliriz? - Jared Diamond
  • Uyumsuluk: Taş Devri Beynimiz Bizi Her Gün Nasıl Yanıltıyor ve Bu Konuda Ne Yapabiliriz? - Ronald Giphart ve Mark Van Vugt
  • İnsanlığın Yeme Tarihi - Tom Standage
  • Avcılıktan Gurmeliğe Yemeğin Kültürel Tarihi - Priscilla Mary Işın
  • Darwin'le Akşam Yemeği: Evrim Yeme İçmeyi Nasıl Etkiler? - Jonathan Silvertown
  • Beslenme Kültürü ve İnsan: Neden Sağlıksız Besleniyoruz? - Prof. Dr. Metin Özbek
  • Lezzetin Tarihi: Geçmişten Bugüne Yiyecek, İçecek ve Keyif Vericiler - Prof. Dr. Zeki Tez
  • Obur Zihin: Yiyeceklerle İlişkimizin Evrimi - John S. Allen
  • Açlık: Doğal Olmayan bir Tarih - Sharman Öpt Russel





3. Günümüz gıda endüstrisi:

  • Tuz, Şeker, Yağ: Gıda Endüstrisi Bizi Nasıl Bağımlı Hale Getirdi? - Michael Moss
  • Peynir Tuzağı - Dr. Neal D. Barnard
  • Etobur - Otobur İkilemi - Michael Pollan
  • Tabağındaki Yüz: Gıda Hakkındaki Gerçekler - Jeffrey Moussaieff Masson
  • Ekmek Biterken: Yeni küresel besle(n)me sistemi yeni insanı nasıl şekillendiriyor? Gelecek ellerimizde mi? - Erhan Ünal
  • Saklı Seçilmişler - Soner Yalçın





Dizimi kırmışken, şu şahane sonbahar zamanı bir temizliğe de girişeyim. (Program için tıkla). Zira, ye ye ye, nereye kadar?! Hayır bir de, temiz temiz beslenip o fazlalıkları atar atmaz, "Oooh ben isteyince hemencecik kilo veriyorum ne de olsa, gel ben ölesiye tıkınayım!" mantığı, kendi kendimi sabote edişimi çözeceğim ama, dur bakalım.





Ha bir de, Zeynep Aksoy hocamın Reset videoları müthiş bilgilerle dolu. Öyle ki, her bir videoda, kendisinin deyimiyle en az bir "Wow"'a ulaşıyor ve bir video yok ki aydınlanma yaşamıyorum.
Arabada açıyorum Youtube kanalını.
Trafiği, spiritüel bir yolculuğa çevirdim.
😀🙏🏼❤️





  

13 Mart 2018 Salı

Geldi Bahar!


Tüüüüüüm bu işlerin işlikten çıkıp, çıldırmama sebep!!!
👉🏼 Sevgili asistanın!!!

Allah'ım, kendisini o kadar seviyorum, biliyorsun!
Ama Allah'ım, beyaz yakalı bir katil de olmak istemiyorum! 😤😡😁




Yok anacım, ben müdür olmak için doğmamışım!
Ya da belki de doğmuşum da, hatta tam da bu iş için yaratılmışım da, asistanım Asistan olmak için doğmamış!!!

Aralık başından beri çektiğimi bir ben biliyorum. Şu şahanesiyle hazırladığım, bir önceki yazım planlarından, bırak Zeynep Hocam'ın meditasyonuna katılmayı, Savasana'ya bile geçemedim. Hayır Mart ayına bile girmişiz, ben yeni farkettim!

Yine de, Allah için, beslenmede gayet şahaneyim. Tamam, itiraf ediyorum, Ankara'da, Mamişkom'la sapıtmış olabilirim. Basını götürdüğüm Cenevre'de, süperiyle coşmuş da olabilirim. Ama, iki gözüm önüme aksın ki, telafi de ediyorum, aç yatıyor, aç kalkıyorum! 😁

Şu menapoza girdiğimden beri, bir gram bile verememek nedir?! 2 gün sapıttın mı, yapışıyor kalıyor hemen kilolar. 3 gündür yemiyorum, içmiyorum; gram gitmiyor!
Ah o östrojen dolu gençlik neydi be! Sağlıklı beslenip, bir akşam yemeğini atla, gidiyordu hemen bir öncenin akılsız başın işleri! Şimdi öyle mi?!

Geçen, depresyona tutulmuş yakaladım kendimi! Yeme! İçme! Davetleri kabul etme! Dışarı çıkma! Açlık içinde otur evinde!!! Ve biiiiiir gram bile vereme!!!
Hayat zindana dönmüştü!






Hayat, zindana mı dönmüştü???
Neden?
Yiyemedin diye mi?
İlla o aklından geçeni yemek zorunda mısın ki?
Hayır, zevk almak denen şahaneler, neden sadece yemek üstüne kuruluyor ki?





Uyumak, bazen yemek yemekten daha zevkli değil mi ki?!
Tertemiz çarşaflara bir de duş da alıp tertemiz pijamanla girdiysen, başka ne istersin, mesela?!
Mis gibi bir uyku gibisi var mı ki?!

Sabah uyanınca, sevdiğini bulmak yanında?!
Yanında olduğu için, yaşadığı için, bir güne daha birlikte başladığınız için, tutunmaz mısın hayata?!

Annen, kardeşin dalsa sabahları odana da, yastık savaşına tutulsanız mesela?
Sonra, sımsıkı sarılıp, kahkahalarla yataktan devrilseniz ya!

Yeniden aydınlanan güne uyanmak, mesela?
Güneşin doğuşunu seyre dalmak ya da?

En sevdiğin şarkıyı radyoda yakalayıp, ona eşlik etmek?
Mırıldanırken nakarata kapılıp, haykırırcasına tüm siteye o müziği ezberletmek?
Ritmine kapılıp, çılgınca dans etmek?

Nefes almak?
Çiçekleri koklamak?
Yağmurdan sonra toprak kokusu?
Ya çim kokusu?
Hele çıplak ayakla da yürüdün müydü üstünde?
Sahil boyunca?
Yağmur, çiselese bir de üstüne?

Bahçe sulamak?
Uzun, rahatlatıcı bir duş almak?
Güzel bir roman?
Bilgi dolu iyi bir kitap?
Sürükleyici bir film ya da?

Yoga?
Meditasyon?

Gün batımına dalmak?

İyi bir dostla keyif dolu bir sohbet?
Fıkralara, karnın ağrıyana kadar gülmek?
Gülmekten katılmak?

Yavru kediler?
Kediler?
Köpekler?
Tüm bu dünya tatlısı canlılar?




Güzel bir masaj seansı?
Yüz bakımı?

Yıldızları seyretmek?
Deniz kenarında, imbatlı, kumda güneşlenmek?
Denizde sırt üstü öylece yüzmek?





Bir çocuğu sevindirmek?
Birine yardım etmek?
Bir yüzü gülümsetmek? ☺️





...

Bitmez bu liste!


İçinde yemek olmayan, ne çok keyif var!


Var da, sistem bizi o keyiflere ulaşmamızı engelledi. Bizi kapalı bir ofise tıktı! Önümüze, tek seçenek olarak yemeği koydu! Hayatımızda, "öğle yemeği" "arası", bir de "akşam yemeği" yiye bil diye "paydos" edilen mesai var! "Haftasonu" diye bir kandırmaca da çıkarmışlar. Hafta içindeki yoğunluktan halin kalırsa, belki yemek dışındaki o keyiflerden birini sürme şansına erişebiliyorsun. Gerçi, şimdi de, "aradığın her şey AVM'lerde var" türü yönlendirmeler var malum!
Beden zehirleyecek kadar yemekle bozduk kafayı, sonra da hızlı moda markaları mağazalarının deneme kabinlerinde ağlıyor bulduk kendimizi!
Hepsi "sistem"'in suçu!





Öyle bir yere getirildi ki bu insanlık! "Keyif" denen şey "tüketmek"! Tüketimin ana konusu da, en kolay ulaşılır olan, "yemek"!

  • Keyif için yemek!
  • Rahatlamak için yemek!
  • Mutsuzken yemek!
  • Sosyalleşmek için yemek!
  • Ödül için yemek!
  • Sıkılınca yemek!
  • Paylaşmak için yemek!
  • Kutlamak için yemek!
  • Hediye de yemek!
  • Yemek de yemek!!!




Yahu, yemek, temel ihtiyacımız olan bir yakıt değil mi ki sadece! Bunca anlam yüklemek niye? Öyle bir yıkandı ki beynimiz, içgüdülerimizi kaybettik!





"Evcilleştirilmiş", "bize benzetilmiş"'ler dışındaki "doğadaki" "canlıları" izlediğinde, hiç biri şişman değil! Yaratıldığı bedenin dışına çıkanını, kitlesini korumak için çaba harcayanını bulamazsın! Çünkü onun, "O" muazzam "yaratıcı" ile bağı kopmamıştır henüz! Sokak kedilerine, köpeklerine dikkat edin. Yemeği önce bir sağından, sonra solundan keşfeder. İçgüdüsü "evet, zehir değil ve bedenine şifa eder" kararına varınca, ancak ondan sonra başlar yemeğe. Zorlasan da, istemediği bir şeyi yediremezsin! Ve bedeninin ihtiyacı ne kadarsa da o kadar yer! Doyunca durur, fazlasını stoklama gibi bir düşüncesi hiç yoktur. Biz manyak insanlar, yarım bıraktığı için yemeğini, zorlarız canım canlıları. Aynısını çocuklarımıza yapıyoruz. Onların da "doğa ile bağlantılarını" koparıyor, "içgüdülerini" yok ediyoruz!





Eee ne etcez? Sistemi suçlayıp oturucaz mı öyle?





Ses çıkaracağız!
Ayaklanacağız!
Savaşacağız!

Yok be yahu, sistemle değil! Yıkanmış beynimizle! Zira biz değişirsek, dünya değişir!





Şimdi bu "yemek" ile olan içli dışlı ilişkimize bir düzen getirmek lazım. Bunun en şahane yolu da, onu biraz kendinden uzak tutmak!

Aralıklı Oruç, "Intermittent Fasting" (IF), "yemek" ile kafayı bozmuş zihnime iyi gelecek.

Sadece 12:00-18:00 yarası yemek yiyeceğim. Geri kalan zamanlarda bolca ve sadece sıvı.

Ohhh bahar geldiğine göre, bol bol salatalara, zeytinyağlılara dönebiliriz. Mevsimde ne varsa!
  • Taze bakla
  • Sakız enginar
  • Kabuklu taze ceviz
  • Çağla badem
  • Kuşkonmaz
  • Mantarlar
  • Bezelye
  • Kekik
  • Semizotu
  • Taze sarımsak
  • Taze soğan
  • Kumkuat

Enginar - Alaçatı Ot Festivali 2017


Çağla - Alaçatı Ot Festivali 2017



Sonra, Mayıs ayına doğru da: (Yaz geldi demektir)
  • Asma yaprağı
  • Deniz börülcesi
  • Deniz fasulyesi
  • Taze fasulye
  • Taze patates
  • Yeşil erik
  • Mayıs şeftalisi

Urla, Nisan 2017


Alaçatı Ot Festivali 2017



Bi'de otlar var elbette:
  • Ak pazı
  • Arapsaçı
  • Askerotu
  • Ballıbaba
  • Deniz otu
  • Yabani semizotu
  • Sarı filiz
  • Hindiba
  • Hardal otu
  • Turp otu
  • Radika (Hindiba)
  • Labada (Efelek) (Çiriş)
  • Ebegümeci
  • Isırgan otu
  • Madımak
  • Cibez
  • Gelincik otu
  • Kazayağı otu
  • Şevket-i Bostan (EN SEVDİĞİM)
  • Erguvan
  • Tere
  • Tarhana otu
  • Hodan
  • İzvinya


Ege Otları - Alaçatı Ot Festivali 2017


Şevketi Bostan - Alaçatı Ot Festivali 2017


Ege Otları




İçecekler, elbette en başta su, sonra çeşit çeşit çaylar.
Hadi kahveyi sabahları izin veriyorum kendime. 😉


Yemek saatleri dışında bol bol hareket. Bahar ile uyanan bedenin de zati türlü hareketlere giresi var, kanı kaynıyor. Kışın hantallığından yakında eser kalmaz.

Sabahları artık yeniden aydınlıklarda uyanabildiğimize göre, ver elini Surya Namaskar, Güneşe Selam.


Vücut, nefes ve zihin birleşsin. Fiziksel ve ruhsal varlığımız her anlamda canlansın.







Yürü! Yürüyebildiğin kadar yürü! Öğle yemeğinden sonra, 10 dakika bile olsa, çık yürü! Akşam uzağa park et arabayı, yürü. Sabah küfür edeceksin önce kendine, ama sonra "Ohhh be!" çekeceksin.



 

Bir de akşam yogası üzerine meditasyon şart!





E hadi ben otlanmaya gideyim o zaman!
Bi' dakka!
Saat kaç?




















Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...