Yuh artık, bu kadar da olmaz!!! Yedin, yedin, yedin yedin, yattın! Yetmedi bir daha yedin, üstüne zıkkımın pekini de içtin! "Ooooooohh" dedin yattın, "yarasın" dedin yattın!
Yaradı yaradı, merak etme! Çooooooook YARADI!!!
73 nedir???? Bi' de küsuratı da var...!!! Bu ne çok ağırlık, ne çok kilodur???? Hayır; boyunun 10 kadar üstü değil altı olacaksın!!! Karıştırdın zaar!!!!
Şu incecik kemiklerin seni nasıl taşısın?!
Hadi, diyelim ki Bikini'nin tabiriyle, "Kilo hiç bir şeydir. Aslolan ölçülerdir.". BEL OLMUŞ 88 santim be canım!!! Yahu bu senin, Bikini olduğundaki toto ve meme çevren. Bu ne be kızım???!!!!
Endokrinoloji doktorun da ölçtü detaylarını! Ahhh be, vücudunun %50'ye yakını yağ be yavrum!!!
Bu oranlar ve doktorrun tüm o aşağıdaki tanıları ile obez sınırındasın, bilesin!
- Karaciğerinde yağlanma!
- Pre-diyabet!
- Gizli şeker!
- Bozuk insülin metabolizması!
- Reaktif hipoglisemi!
Bu yağ hücrelerinde en tehlikeli toksinler biriktiğinden ve yağ hücreleri çoğaldıkça onlar da çoğaldığından, vücudun savunma mekanizması da düştü. Bağışıklık yerle bir olunca, saç diplerimdeki sedefler de çoştu. Çok ağır, bir değil iki kere Covid de geçirdim, onca aşıya rağmen.
"Bir daha hiç eskisi gibi olamadım!"
Zati, düz yolda yürürken çanağın üstüne çat diye düşme suretiyle, çıt diye kırdığım sakrumum, tüm omurgamı etkilenmişti. Aylarca yatmak zorunda kaldım. 3 yıl geçti daha yeni yeni, biraz biraz koşmaya koyulabiliyorum. Hala ayakta çok durunca belime dayanılmaz ağrılar giriyor!
Bunca ağırlık, bir de sakatlıklar, ağrılar, zorluyor bedeni, zihni, engelliyor hareketlerini, isteklerini yerine getirmeyi.
E tabi, ne oluyor? Vücut düşünce, kafa da bozuluyor! Zihinde sorunlar, depresyon... Ve sonunda o çok moda tükenmişlik sendromuna da düştüm illaki.
Bi' de tansiyon hastası çıktık. İlaca da başlandı, iyi mi?!
Tamam, tabi, pandemi, ekonomik kriz, derken o felaket deprem, depremler, yangınlar, seller, tüm güvenli zeminlerini hoplattı, endişelerin tavan yaptı. E korktun tabi. Baya bi' korktun! Çok üzüldün, çok ağladın, için sızladı. Koştun da yetişemedin. Hangi birine yetişeceksin?! Kızdın düzene. Haykırdın. Ama başka da bir şey gelmedi elinden.
Ama şunu hiç anlamadım, anlayamadım. Anlatamadılar da! Onca felaketler olurken, onca yitirilen canlar, hayatlar varken, her şey normal, her şey aynıymış gibi, hiç bir şey olmamışçasına, ofise gidip çalışmak nedir ama ya?!!!! İnsanlar perişan olmuş, sevdikleri, aileleri, yuvaları, evleri, barkları yok olmuş, yok biz hala "Pazartesi toplantılarına geç kalmıyoruz lütfen"!!!! Yok satış hedefleri, yok pazarlama planları...
Nasıl isyanlardayım, nasıl öfkeliyim, nasıl ağlıyorum, sürünerek gidiyorum ofise, nasıl kötüyüm, nasıl bitiğim, bir ben, bir Allah, bir de Can (malum o çekiyor beni) biliyor!
Tükendim! Dipteyim!
Tüm bu siniri, kızgınlığı, hüznü, endişeyi, düşünceyi, korkuyu, susmak bilmeyen zihni ve bedendeki yorgunluk ve ağrılarımı uyuşturmak ve tüm bu gerçeklerden uzaklaşmak, kaçmak için yedim, yedim, yedim!
Hem de ne yedim!!!
Tartının da, Endokrinoloji doktorumun da bağırdığı üzere, biraz fazla abarttım!
Şu iki avuç içi kadar mideciğime neler doldurdum neler? Ne şekle gireceğini, nereye büyüyeceğini, nasıl hazmedeceğini şaşırdı yavrum. Ne çekti benden be!
Akşam işten eve gelince İntiba'dan 3 çeyrek ekmek arası, 150 gram döner ("İçinde patates ve turşu yerine domates ve soğan rica ederiz."); nedir arkadaş?! Hayır telefondaki kadından utanmasam tam ekmek isteyeceğim bi' de. Boyum kadar yiyeceği, mideme nasıl tıkıyordum ki ben?!!! Yuh!!!! Yazık bu bedene!!! Bi' de Ayurveda'ya göre zati mideyi 2/3 kadar doldurmak lazım ki, kalan o 1/3 boşluk ile mide suyu ile besini rahatça öğütsün. Üstüne üstlük dönerin yanında da dolaptan yarım litre Özerhisar ayran götürüyorum! (Ağzının tadını, yemeğin iyisini bilirsin Bikiniiiiii!)
Peki ne oldu?
Onca yedin, yuttun, lüplettin, hüplettin... Uyuşturdun beynini, bedenini... Bir şey değişti mi? Sustu mu zihin? Geçti mi korkular? Düzeldi mi dünya? Düştü mü Dolar, Euro, Benzin? Ohhh kat kat ÖTV'ler... Onca deprem vergileri, onca parasal yardımlar nereye uçtu? Ne deprem bölgesi az da olsa yeniden ayağa kalktı, ne de hazırız artık milletçe depremlere!
Yaw, değişim bile olmadı! Sevgi bile kazanamadı! Sen ne diyorsun?! Pardon, ne yiyorsun?!!!!
Aksine, Maşallah, daha da çoştu dünya! İklim felaketlerinin görülmediği yer yok! Şu zamanda, resmen savaş (resmen: "resmi olarak" anlamında; gayri-resmi zalimlikler hızını kesmeden devam ediyor zati) bile çıktı! Daha ne olabilir ki derken, NASA'dan UFO açıklaması geldi!!!
Bu arada, bu Elon Musk (adı her nasıl okunuyorsa) zaten bir uzaylı sanki, değil mi? Haktan Akdoğan, Sirius UFO Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi Başkanı, hatta şimdilerde "Hakikat Portalı" kitabını da çıkardı; o demiyor mu; önemli mevkilerde olup, ruh ve duygudan yoksun, ifadesiz, robotik yüzlere sahiplerin, aramızdaki uzaylılar olduğunu?!!
Tam tüm balatalar kopuyordu, sıyırmadaydı, Bakırköy'lük oluyordum kiiiiiiiiii, EYT çıktı!!!!!!
Allllaaaaaaaaaaa...
Anında ayrıldım işten! Bir saniye bile düşünmedim!
Tam 25 yıldır, eşşek gibi (dur, bu hayvan benzetmelerini bırakayım; hayvancıkların yanından bile geçemez bu insan denen yaratık), pardon, köle gibi çalıştım.
Beyaz Yakalı = Modern Köle
Neyse ben kırdım zincirlerimi. Darısı tüm çalışanların başına...
Hiiiiiiç mütevazi olamayacağım! Çok şükür, anlımın akıyla, oldum olası aranan bir beyaz yakalı oldum. Emeğime, 7/24 çalışmama, pratik zekama, eğitimime, herkesten öğreneceğim bir şeylerin mutlaka olduğuna olan inancıma, eşitlik ve hak ilkelerime, her konuya açık olmaya, kendimi hep geliştirmeye olan açlığıma, her varlığa, düşünceye olan saygıma ve yüreğime sağlık! Bir çok şirketi, patronu zengin ettim. Müdürlerimi ihya ettim. Sayemde tepelere çıktılar. Devletime vergilerimi çifter çifter, maaşımın kat be katı kadar ödedim. Bir çalışan olarak tüm görevlerimi ve sorumluluklarımı en iyi şekilde yerine getirdim. Daha ne edeyim?!
Ahhh çok gurur duyduğum da bir konu var: ekiplerim, benimle birlikte çalışan herkeslerin, kariyerlerinde olabildiğince destek olmaya çalıştım. Çok güzel yerlerdeler şimdi hepsi. Ha, bi' de, şu zalim iş hayatında, onlara, duyarlı, şefkat ve sevgi dolu olmanın ve bunu iş hayatında da göstermenin zayıflık değil aksine muazzam bir güzellik, iş değimiyle "başarı", olduğunu da öğretebildiysem, köşesinden kıyısından örnek olabildiysem, ne mutlu bana.
Velhasıl, demem o ki, ben bu emekliliği çok, ama çok, hakettim!
Koştum yeğenime... İzmir'e... Ohhh Anne, kardeş, yeğen derken, biraz kendime geldim.
Dönünce İstanbul'a, hiç bir şey yapmamanın ve planlamamanın verdiği huzurla, yan geldim yattım. Meğerse beni en çok yoran şey, belirli bir saatte belirli bir yerde olma zorunluluğuymuş. Ve tüm bu zorunlu olunan yer ve zamanda, hep bir ön çalışma ile birilerini, bir şeye ikna etme hedefi ile başarı beklenen, "iş" amaçlı ilişkilermiş! Bu, işte başarı gereği, "çıkar" hesapları ruhumu tüketmiş! Ve özgürlük, çok basitçe, istediğim saatte, istediğim zamanda, istediğim yerde, mekanda, ve istediğim tavır ve halle olmakmış! Kimselere hesap vermeden, ne yapıp ne ettiğimi sadece ama sadece çok istersem anlatmaktaymış! İşte sonunda beni kendime getiren hayat buymuş! Ve ayıptır söylemesi, çoooook müthiş ötesi, pek muazzammış!
Ne çok yapmak istediğim şey var! Ayyy mesela tekrar Yogini olur muyum ki? Yeniden yoga sınıflarına da katılırım sanki. Yine yoga ile yatıp, yoga ile kalkarım belki. (İnşallah! Amin!)
Vedik felsefenin tüm derinliklerine dalasım, hatta kafayı Kadim bilgiler ile kırasım var. Türlü online derslere yazılmıştım, hiç birini tamamlayamadım. Ne tamamlaması, başlayamadım bile. Aralarında Vedik Astroloji de var. Kısmetse hepsine başlayacağım. Vedik danışman da olurum mu valla?! Kendime bulduğum şifa, hepimize de aksa ya!
Hasretle okumayı çektiğim kitaplarıma da artık kavuştum. Ollleeeyyyyy... Tüm maaşımı yatırdığım ve her hafta öğle saatinde mutlaka uğradığım Kanyon'daki Remzi Kitapevi, iş hayatı rutinimde özleyeceğim tek şey olacak. Hangisini okumaya başlayayım, şaşırdım. Öyle bir heyecan var ki; hani çocuğun önüne bir sürü oyuncak serilir de, hangisiyle oynayacağını şaşırır ya, ben de öyleyim işte. Bir sayfa bir kitaptan okuyorum, 3 sayfa diğerinden.
Çok şükür Yarabbim!
Haktan Akdoğan'ın yine bir Youtube videosu var. Bir deney varmış, tabiki yine gizli. Şöyle, 80li yaşlarındaki bir grubu, herseylerin 1950'ler olduğu bir kasabaya götürüyorlar. Yani her şey 50'ler yıllarındaki gibi, evler, radyolar, arbalar. Ve bir kaç gün ve haftaya bu insanlar geçleşmeye başlıyorlar. Sopa yardımı ile yürüyenler koşmaya başlıyor falan. Teoriye göre, aslında insanoğlu sadece zihni öyle olduğuna inandığı için yaşlanıyor.
Vedalarda eski çağlarda insanlar binlerce yıl yaşadığı yazıyor.
Demem o ki, 50 yaş daha yolun başı. Hele şu kiloları, yağları, fazlalıkları şöyle bir atayım üstümden, gerisi harikasıyla gelir!
Haftaya tatile çıkıyorum. Gerçi artık bana her gün tatil! (Yesssssss!) Ağustos boyunca Ege sahillerindeyim. Yemek ve özellikle içmek oraların geleneği olduğundan, pek kilo vermeye fırsatım olamayacak; yok Tuborg Gold saati, sonra Sangria'sı Aperol'ü, akşam üstü rakısı... Ama bol bol güneşi, toprağı ve denizinin şifasıyla canıma can katacağım. Güneş ve bronzluk zati bedene gençlik ve incelik katacak. Güneş altında yatarken meditasyon da harika oluyor. Bolca da kitap, bir de aşk!
Dönüşte, bu sonbahar ve kış, yeniden sağlığa ant içiyorum. Dahası, kendimi kendime adıyor ve yaşam, can, hayat fışkıran Bikini'yi (bedeni) yeniden yaratıyorum.