23 Temmuz 2023 Pazar

Geldi(m), Yaz(dım)!

 

Yuh artık, bu kadar da olmaz!!! Yedin, yedin, yedin yedin, yattın! Yetmedi bir daha yedin, üstüne zıkkımın pekini de içtin! "Ooooooohh" dedin yattın, "yarasın" dedin yattın! 

Yaradı yaradı, merak etme! Çooooooook YARADI!!!

73 nedir???? Bi' de küsuratı da var...!!! Bu ne çok ağırlık, ne çok kilodur???? Hayır; boyunun 10 kadar üstü değil altı olacaksın!!! Karıştırdın zaar!!!!

Şu incecik kemiklerin seni nasıl taşısın?!

Hadi, diyelim ki Bikini'nin tabiriyle, "Kilo hiç bir şeydir. Aslolan ölçülerdir.". BEL OLMUŞ 88 santim be canım!!! Yahu bu senin, Bikini olduğundaki toto ve meme çevren. Bu ne be kızım???!!!! 

Endokrinoloji doktorun da ölçtü detaylarını! Ahhh be, vücudunun %50'ye yakını yağ be yavrum!!!

Bu oranlar ve doktorrun tüm o aşağıdaki tanıları ile obez sınırındasın, bilesin!

  • Karaciğerinde yağlanma!
  • Pre-diyabet!
  • Gizli şeker!
  • Bozuk insülin metabolizması!
  • Reaktif hipoglisemi!

Bu yağ hücrelerinde en tehlikeli toksinler biriktiğinden ve yağ hücreleri çoğaldıkça onlar da çoğaldığından, vücudun savunma mekanizması da düştü. Bağışıklık yerle bir olunca, saç diplerimdeki sedefler de çoştu. Çok ağır, bir değil iki kere Covid de geçirdim, onca aşıya rağmen.

"Bir daha hiç eskisi gibi olamadım!"

Zati, düz yolda yürürken çanağın üstüne çat diye düşme suretiyle, çıt diye kırdığım sakrumum, tüm omurgamı etkilenmişti. Aylarca yatmak zorunda kaldım. 3 yıl geçti daha yeni yeni, biraz biraz koşmaya koyulabiliyorum. Hala ayakta çok durunca belime dayanılmaz ağrılar giriyor!

Bunca ağırlık, bir de sakatlıklar, ağrılar, zorluyor bedeni, zihni, engelliyor hareketlerini, isteklerini yerine getirmeyi.

E tabi, ne oluyor? Vücut düşünce, kafa da bozuluyor! Zihinde sorunlar, depresyon... Ve sonunda o çok moda tükenmişlik sendromuna da düştüm illaki.

Bi' de tansiyon hastası çıktık. İlaca da başlandı, iyi mi?!



Tamam, tabi, pandemi, ekonomik kriz, derken o felaket deprem, depremler, yangınlar, seller, tüm güvenli zeminlerini hoplattı, endişelerin tavan yaptı. E korktun tabi. Baya bi' korktun! Çok üzüldün, çok ağladın, için sızladı. Koştun da yetişemedin. Hangi birine yetişeceksin?! Kızdın düzene. Haykırdın. Ama başka da bir şey gelmedi elinden.

Ama şunu hiç anlamadım, anlayamadım. Anlatamadılar da! Onca felaketler olurken, onca yitirilen canlar, hayatlar varken, her şey normal, her şey aynıymış gibi, hiç bir şey olmamışçasına, ofise gidip çalışmak nedir ama ya?!!!! İnsanlar perişan olmuş, sevdikleri, aileleri, yuvaları, evleri, barkları yok olmuş, yok biz hala "Pazartesi toplantılarına geç kalmıyoruz lütfen"!!!! Yok satış hedefleri, yok pazarlama planları...




Nasıl isyanlardayım, nasıl öfkeliyim, nasıl ağlıyorum, sürünerek gidiyorum ofise, nasıl kötüyüm, nasıl bitiğim, bir ben, bir Allah, bir de Can (malum o çekiyor beni) biliyor!

Tükendim! Dipteyim!

Tüm bu siniri, kızgınlığı, hüznü, endişeyi, düşünceyi, korkuyu, susmak bilmeyen zihni ve bedendeki yorgunluk ve ağrılarımı uyuşturmak ve tüm bu gerçeklerden uzaklaşmak, kaçmak için yedim, yedim, yedim!

Hem de ne yedim!!!

Tartının da, Endokrinoloji doktorumun da bağırdığı üzere, biraz fazla abarttım!

Şu iki avuç içi kadar mideciğime neler doldurdum neler? Ne şekle gireceğini, nereye büyüyeceğini, nasıl hazmedeceğini şaşırdı yavrum. Ne çekti benden be!

Akşam işten eve gelince İntiba'dan 3 çeyrek ekmek arası, 150 gram döner ("İçinde patates ve turşu yerine domates ve soğan rica ederiz."); nedir arkadaş?! Hayır telefondaki kadından utanmasam tam ekmek isteyeceğim bi' de. Boyum kadar yiyeceği, mideme nasıl tıkıyordum ki ben?!!! Yuh!!!! Yazık bu bedene!!! Bi' de Ayurveda'ya göre zati mideyi 2/3 kadar doldurmak lazım ki, kalan o 1/3 boşluk ile mide suyu ile besini rahatça öğütsün. Üstüne üstlük dönerin yanında da dolaptan yarım litre Özerhisar ayran götürüyorum! (Ağzının tadını, yemeğin iyisini bilirsin Bikiniiiiii!)



Peki ne oldu? 

Onca yedin, yuttun, lüplettin, hüplettin... Uyuşturdun beynini, bedenini... Bir şey değişti mi? Sustu mu zihin? Geçti mi korkular? Düzeldi mi dünya? Düştü mü Dolar, Euro, Benzin? Ohhh kat kat ÖTV'ler... Onca deprem vergileri, onca parasal yardımlar nereye uçtu? Ne deprem bölgesi az da olsa yeniden ayağa kalktı, ne de hazırız artık milletçe depremlere!

Yaw, değişim bile olmadı! Sevgi bile kazanamadı! Sen ne diyorsun?! Pardon, ne yiyorsun?!!!!

Aksine, Maşallah, daha da çoştu dünya! İklim felaketlerinin görülmediği yer yok! Şu zamanda, resmen savaş (resmen: "resmi olarak" anlamında; gayri-resmi zalimlikler hızını kesmeden devam ediyor zati) bile çıktı! Daha ne olabilir ki derken, NASA'dan UFO açıklaması geldi!!! 

Bu arada, bu Elon Musk (adı her nasıl okunuyorsa) zaten bir uzaylı sanki, değil mi? Haktan Akdoğan, Sirius UFO Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi Başkanı, hatta şimdilerde "Hakikat Portalı" kitabını da çıkardı; o demiyor mu; önemli mevkilerde olup, ruh ve duygudan yoksun, ifadesiz, robotik yüzlere sahiplerin, aramızdaki uzaylılar olduğunu?!!



Tam tüm balatalar kopuyordu, sıyırmadaydı, Bakırköy'lük oluyordum kiiiiiiiiii, EYT çıktı!!!!!!

Allllaaaaaaaaaaa...


Anında ayrıldım işten! Bir saniye bile düşünmedim!

Tam 25 yıldır, eşşek gibi (dur, bu hayvan benzetmelerini bırakayım; hayvancıkların yanından bile geçemez bu insan denen yaratık), pardon, köle gibi çalıştım. 

Beyaz Yakalı = Modern Köle


Neyse ben kırdım zincirlerimi. Darısı tüm çalışanların başına...

Hiiiiiiç mütevazi olamayacağım! Çok şükür, anlımın akıyla, oldum olası aranan bir beyaz yakalı oldum. Emeğime, 7/24 çalışmama, pratik zekama, eğitimime, herkesten öğreneceğim bir şeylerin mutlaka olduğuna olan inancıma, eşitlik ve hak ilkelerime, her konuya açık olmaya, kendimi hep geliştirmeye olan açlığıma, her varlığa, düşünceye olan saygıma ve yüreğime sağlık! Bir çok şirketi, patronu zengin ettim. Müdürlerimi ihya ettim. Sayemde tepelere çıktılar. Devletime vergilerimi çifter çifter, maaşımın kat be katı kadar ödedim. Bir çalışan olarak tüm görevlerimi ve sorumluluklarımı en iyi şekilde yerine getirdim. Daha ne edeyim?!

Ahhh çok gurur duyduğum da bir konu var: ekiplerim, benimle birlikte çalışan herkeslerin, kariyerlerinde olabildiğince destek olmaya çalıştım. Çok güzel yerlerdeler şimdi hepsi. Ha, bi' de, şu zalim iş hayatında, onlara, duyarlı, şefkat ve sevgi dolu olmanın ve bunu iş hayatında da göstermenin zayıflık değil aksine muazzam bir güzellik, iş değimiyle "başarı", olduğunu da öğretebildiysem, köşesinden kıyısından örnek olabildiysem, ne mutlu bana.

Velhasıl, demem o ki, ben bu emekliliği çok, ama çok, hakettim!



Koştum yeğenime... İzmir'e... Ohhh Anne, kardeş, yeğen derken, biraz kendime geldim. 

Dönünce İstanbul'a, hiç bir şey yapmamanın ve planlamamanın verdiği huzurla, yan geldim yattım. Meğerse beni en çok yoran şey, belirli bir saatte belirli bir yerde olma zorunluluğuymuş. Ve tüm bu zorunlu olunan yer ve zamanda, hep bir ön çalışma ile birilerini, bir şeye ikna etme hedefi ile başarı beklenen, "iş" amaçlı ilişkilermiş! Bu, işte başarı gereği, "çıkar" hesapları ruhumu tüketmiş! Ve özgürlük, çok basitçe, istediğim saatte, istediğim zamanda, istediğim yerde, mekanda, ve istediğim tavır ve halle olmakmış! Kimselere hesap vermeden, ne yapıp ne ettiğimi sadece ama sadece çok istersem anlatmaktaymış! İşte sonunda beni kendime getiren hayat buymuş! Ve ayıptır söylemesi, çoooook müthiş ötesi, pek muazzammış!



Ne çok yapmak istediğim şey var! Ayyy mesela tekrar Yogini olur muyum ki? Yeniden yoga sınıflarına da katılırım sanki. Yine yoga ile yatıp, yoga ile kalkarım belki. (İnşallah! Amin!)

Vedik felsefenin tüm derinliklerine dalasım, hatta kafayı Kadim bilgiler ile kırasım var. Türlü online derslere yazılmıştım, hiç birini tamamlayamadım. Ne tamamlaması, başlayamadım bile. Aralarında Vedik Astroloji de var. Kısmetse hepsine başlayacağım. Vedik danışman da olurum mu valla?! Kendime bulduğum şifa, hepimize de aksa ya!

Hasretle okumayı çektiğim kitaplarıma da artık kavuştum. Ollleeeyyyyy... Tüm maaşımı yatırdığım ve her hafta öğle saatinde mutlaka uğradığım Kanyon'daki Remzi Kitapevi, iş hayatı rutinimde özleyeceğim tek şey olacak. Hangisini okumaya başlayayım, şaşırdım. Öyle bir heyecan var ki; hani çocuğun önüne bir sürü oyuncak serilir de, hangisiyle oynayacağını şaşırır ya, ben de öyleyim işte. Bir sayfa bir kitaptan okuyorum, 3 sayfa diğerinden.

Çok şükür Yarabbim!


E ama tabi, bu arada, en önemli konu sağlığıma kavuşmak! 
Bi' de tüm bu planlarımı gerçekleştirmek için baya bir uzun yaşamam gerekecek!

"Uzun yaşamak" deyince, şaşırdım şu an! Çok zamandır kendime "yaşamak" adına plan yaptığımı hatırlamıyorum. Şimdi düşününce,  şu aniden girdiğim erken menopoz, hem de tam da çocuk yapmayı düşünürken, sandığımdan çok daha derin bir travma yaratmış bende. Nasıl fırtınalar kopuyorsa içimde, hayatı yaşamaktan vazgeçmiş, vücuduma çok kızmış, hayal kırıklığı ile artık güvende olmadığımı düşünüp, tamamen kopmuşum bedenimden demek ki! O yoga ve meditasyon yapmadan duramayan, hayat enerjisi ile her şeylere yetişen, koşturan, hareketsiz kalamayan, o yaşam dolu kadın, nasıl oldu da, bir gecede, yataktan, yerinden kalkamayan, dizleri tutmayan, çoğu zaman nefes almakta dahi güçlük çeken birine dönüştü?!

E bu düpedüz travma sonrası stres bozukluğu be yavrum!
Benim yeniden bedenlenmem gerek!
Ahanda, muazzam bir aydınlanma, farkındalık yaşadım ya şu an!!!
WOW!


 

Bedeninden uzaklaşanın, ruhun tapınağı vücut da hızlıca yaşlanmaya, hasta olmaya başlar. Bir an önce toprakla bir olma derdindedir. Yanaklar bulldog'a da döner, boyun da kırışır, deri de kendini salar. Bir de bilgisayar başında hayatını çürütenlerin hastalığı olarak, boynumdaki höyüğü (ayy bi de adına "dul kamburu" diyorlar) de yeni farkettim. Çok takıyorum hepsini kafama tabi. Ama yine de botoksdur, dolgudur, yağ çektirmektir vs.'ye girişemiyorum. Pek bir korkarım böyle şeylerden, ki zati, vücuda her türlü müdahale travmalar yaratır. Bir kere alnıma botoks yaptırdım da, ayy yok, hiç sevmedim. Büyük de konuşmamak lazım gerçi ya, yani en azından şimdilik öyle düşünüyorum! Cilt ürünlerimi bile olabildiğince doğal olanlarını seçmeye çalışıyorum. Gua sha, masaj ve yüz yogası ile tüm bunları halledebilsem.



Haktan Akdoğan'ın yine bir Youtube videosu var. Bir deney varmış, tabiki yine gizli. Şöyle, 80li yaşlarındaki bir grubu, herseylerin 1950'ler olduğu bir kasabaya götürüyorlar. Yani her şey 50'ler yıllarındaki gibi, evler, radyolar, arbalar. Ve bir kaç gün ve haftaya bu insanlar geçleşmeye başlıyorlar. Sopa yardımı ile yürüyenler koşmaya başlıyor falan. Teoriye göre, aslında insanoğlu sadece zihni öyle olduğuna inandığı için yaşlanıyor. 

Vedalarda eski çağlarda insanlar binlerce yıl yaşadığı yazıyor.

Demem o ki, 50 yaş daha yolun başı. Hele şu kiloları, yağları, fazlalıkları şöyle bir atayım üstümden, gerisi harikasıyla gelir!

Haftaya tatile çıkıyorum. Gerçi artık bana her gün tatil! (Yesssssss!) Ağustos boyunca Ege sahillerindeyim. Yemek ve özellikle içmek oraların geleneği olduğundan, pek kilo vermeye fırsatım olamayacak; yok Tuborg Gold saati, sonra Sangria'sı Aperol'ü, akşam üstü rakısı... Ama bol bol güneşi, toprağı ve denizinin şifasıyla canıma can katacağım. Güneş ve bronzluk zati bedene gençlik ve incelik katacak. Güneş altında yatarken meditasyon da harika oluyor. Bolca da kitap, bir de aşk!


  

Dönüşte, bu sonbahar ve kış, yeniden sağlığa ant içiyorum. Dahası, kendimi kendime adıyor ve yaşam, can, hayat fışkıran Bikini'yi (bedeni) yeniden yaratıyorum.

31 Ocak 2021 Pazar

"Bedenime Tapıyorum" Challenge'ı geldi!

 

Sen onca tasarruflara imza at, yok ajans harcamalarıdır, iş ortakları masraflarıdır, hepsini kes, her şeyleri in-house, yani kendin, yapmaya çalış... Ama yetmez bu kapitalist düzene elbette. Bir önceki yazımda nasıl da böbürleniyordum: şu zor zamanlarda, canla başla, olağandan da daha fazla çalışıp (olağanımız da çok yoğun da!), her türlü özveri ile, canım ve biricik şirketime en şahanesiyle destek veriyordum.

Ama yetmez tabi. Bu kapitalist düzen çalışanı dibine kadar sömürür ve sömürmeye devam etmek ister!

Kadın başımla (niye kadına bağladım burda bilmiyorum 😁), sana yıllardır hesabını bildiğim, zira bütçeleri yapan benim, şahane paralar kazandırmış, gani gani karlar ettirmişim. Benim ve ekibimin maaşları, sana kazandırdıklarımızın yanında milyonda bilmem kaçıncı biri!!! Kırk yılda bir zarar ettin, ki o da benim yüzümden değil, bir kere de sen minik bir ödün ver!!!! YOOOOOK! 

Koskoca global şirketsin, ayıp değil mi? Bana ve hakkıyla çalışan herkese zam yapmamak da nedir? Şu enflasyona yedirme bari bizi! Ürünlerine, kur farkıyla, çatır çatır zam yapmasını biliyorsun!!!

Yetmezmiş gibi, her an online toplantı yeni adeti üzerine, yıllık konferansı da online'a taşıyıp, bir de organizasyonun lokal ayağını organize etmeyi de yıktın mı üstümüze... Bu global toplantıların en güzeli yurt dışına çıkıp, yiyip içmek, dolaşıp durmaktı... Bir hava değişikliği idi... Her şey ile ağırlanmanın verdiği rahatlıktı... Sanki hiç işim yokmuş gibi, bir de bu telaş ve koşturma sardı. Bilgisayar ve telefon başında gece 23:00'lere varan trafik yüzünden artık bayılma noktasına gelmiştim ki, HR'dan şöyle bir mail düştü: "Evden çalışmaya başladığımız Mart 2020 itibari ile, daha az çalıştığınız ve bu Covid döneminde şirketimize desteğiniz için, şu kadar ücretsiz izinlerinizin sisteme girişlerini rica ediyoruz."



"Bırak o izni kullanmayı, benim bu izni sisteme girmeye bile zamanım yok!" serzenişlerimize hepimize atılan standart bir cevapla çaresizce kalakaldık. Ayıptır!

Bir de "aman işsiz kalmayayım" korkusu salıyorsunuz!! Resmen kölecilik bu!! Yazıktır!!! Günahtır!!!

Onca yoğun iş temposunda, evde yemek de yapamadım, hatta Migros siparişi bile hazırlayamadım. Öyle ki, 1 haftadır tuvalet kağıdı yerine kayıt havlu kullanıyoruz!! Evdeki vatandaşın da bir gram katkısı yok zati! Her iş bende!!!! 😤 (Neyse, o zatı geçiyorum, onunla ilgili ayrı ve uzun bir yazı lazım 🤬) 

Dışardan yemek söylemekten içim de kurudu. Maalesef Yemek Sepeti'nden Fast Food dışında bir şey çıkmıyor. Pizza, KFC, Burger, Sampi, döner, vs. Bir de Fast Food deyip geçme! Eli yüzüne bakılır bir döner olmuş 40 lira. Bize normalde veriyorlar günlük 25 lira. Şimdi ondan da az. Ahhhh bir de kıyamam, esnafım da zaten darda ki... 😢

Velhasıl, çok zorlu günler geçiriyoruz. Ve yine, her zamanki gibi, çalışan, işçi ve esnaf bunların en dibini yaşıyoruz!!!

Şu 20 yıllık iş hayatımda, garipseyerek ve sinirle, "İş sorumluluktur ve her daim, ne olursa olsun, her koşulda, o iş yerine getirilir." ile karşılığını verdiğim, "Madalya taktılar mı?" kafasındakileri ilk defa anlıyorum! 

Kurallara uyumlu, belirli bir disiplin çerçevesi içerisinde yetişmiş, sabırlı ve otoriteye saygılı bir garip X nesliyiz işte! 20 yıldır aynı sadakatle görevlerimizi yerine getiriyoruz.



Ne diyecektim?

Heh, bundan sonra, ne kadar ekmek o kadar köfte! Haydi bakalım! Buraya yazıyorum 17:00'den sonra bilgisayarını kapatmayan ne olsun!!!! Tamam tamam, telefondan da bakmayacağım maillere! 😜

Niyet ettim ""Madalya taktılar mı?" kafasına" girmeye...

Kendimden geçtim anasını satayım. Yatıyorum çalışıyorum, kalkıyorum çalışıyorum!!!! Ama bu sefer, pis sinirlendim. Yıkıldım resmen. Bozuldum, kırıldım, üzüldüm. Endişe zaten her daim. 

Ama bu böyle devam edemez zaten. Bilgisayar başında, bu sandalyede çürüyüp gideceğim. Sokağa çıkmayalı, açık hava almayalı haftalar oldu. Özel sağlık sigortası ne kadar kurtaracak beni.

Demem o ki, "seve seve" bakacaksın kendine!

Ne diyor Ayurveda: Güzel yaşlanmak, kimseye muhtaç olmadan, düşmeden, zinde yaşamak tüm mesele!

O yüzden güzel Bikini, bunun bir yolunu bu-la-cak-sın! 

Ya-pa-cak-sın! 

Nokta!



 

Şimdi, Şubat ayı, Sevgi ayı olduğuna ve kendisi de geldiğine göre, kendini, bedeni sevmenin, hatta ona tapmanın zamanı da geldi.

Bu kapitalist işler yine devreye giriyor burada amman dikkat. Neymiş, yine kendinden başkası için bir şey yapacakmışsın, kendinden başkasına aşık olacakmışsın, ona en güzel şeyleri alacak ve en güzel günü geçirtecekmişsin. YOK ÖYLE DAVA! ARTIK YEMEZLER! En çok kendini seveceksin arkadaş! En çok kendine güzel hediyeler alacaksın, en çok kendine güzel zaman geçirteceksin! Ve evet hatta kendine tapacaksın! KENDİNİ ÖNCELİK YAPACAKSIN! 

Hep ayıp diye öğrendik, bencillik feci dedik. Hayır efendim. Tüm dünya tam da bu yüzden fena! Kimse kendini sevmiyor ve tüm sevgiyi dışarıda arıyor! Herkes karşıdan beklediğinden, kimseler aradığını bulamıyor! Bulamadıkça da çıldırıyor, hırçınlaşıyor, ve dünya ondan zindan oluyor!

İlan ediyorum: Bu Sevgililer Günü, başkasından aşk dilemek yerine, kendine hak ettiğin sevgiyi, ilgiyi, alakayı, tutkuyu gösterme zamanı.

Bir de ne güzel bir Şubat ayıdır bu. Tablo gibi. Pazartesi başlıyor, ay Pazar günü bitiyor. Tam tamına 4 hafta. 

Benim gibi düzen sevenelere gelsin. 😃




Ne güzel de yazmışım vakti zamanında şurada: yazı için tıkla! 

Ben bu I LOVE MY BODY tablosu üzerinden yürürüm be! Gelsin Bikini'nin namı diyar Challenge Tabloları. 👊🏼

Tabi ben bir önceki yazımda derlediğim kışlık günlük rutinimi yapmaya çalışacağım ama (yazı için tıkla!) bu tablodaki başlıklara odaklanmak asıl kendime SEVGİYİ getirecek. 

Bir de mutlaka, şu sürekli dışardan Fast Food yemek söylemenin önüne geçmek zorundayım. En azından, market hali ile hazır yemek alayım. O bile bir nevi daha iyidir. Hiç olmazsa ekmek, dürüm arasından tabak sunumuna geçmiş olurum. Hazır köftedir, artık schnitzel olur, hazır yıkamış salatadan, doğranmış sebzelere kadar ne varsa kardır. O tablodaki sağlıklı yiyorumu hiç olmazsa böyle başarmış olayım.

En az 7 saat uyku önemli. 23:00 gibi yatmak harika.

Bitki çayları dahil gün boyu sıcak/ılık su içmeler...

Saat akşam 6'dan sonra sıvı dışında yemek tüketmemek, hem gençlik, hem enerji, hem de incelmek demek.

Plank, başlı başına mucizevi. Zaten bir mat başına geçince arkasından bir sürü daha pozlara giresin geliyor. 

Bedenime bakımlar, masajlar, kendini şımartmalar...

...ve dizimden ötürü günlük 3000 ile başlayacak adımlar...


E tamam, her şey hazırsa, başlasın Şubat o zaman. 💪🏼





21 Aralık 2020 Pazartesi

NARDUGAN

 

"Bu tür zamanlar, onca koşturmalı işimizin arasında bir türlü zaman bulamadığımız o temel işleri yapabilmek için fırsatlar yaratır. Dolapları, depoları yeniden düzenlemek; tüm gereksiz stoklardan kurtulmak; temel bilgileri, prosedürleri yeniden çalışıp tekrar etmek; markanın özünü hatırlamak; tüm iş ortakları ile ilişkileri güçlendirmek, artık sana katma değeri olmayanları ile de yolları ayırmak, bunlardan sadece bir kaç tanesi..."



Hiç alçakgönüllü olamayacağım: Her organizasyonun sahip olmak isteyeceği o yönetici, o pazarlamacı benim!



Bu tür kriz zamanları ekipleri doğru yönlendirmek ve işleri yürütmekte üstüme yok! Pazarlama dediğin şey tam da bu zamanlarda ne tür stratejiler geliştirdiğinle başlar, marka kimliğini, değerini, DNA'sını tekrar tekrar hatırlamak ve hatırlatmak ile devam eder. Organizasyonu da ve tüm iş ortaklarını da tüm bunlarla motive ettiğinde de fark yaratmış olursun.

Aynı kafayla evimi, hayatımı da yönetiyorum. İş hayatımdaki dillere destan başarımı, ev hayatıma da "evde temizlik olmayan, dip köşe girilmeyen, atılmayan kullanılmayan, yenilenmeyen eskiler kalmadı" şeklinde yansıtıyorum. Salim kafa, en başta evliliğimi, sonra tüm ilişkilerimi de gözden geçirme fırsatı buldum. Şu an hayatımda olanları "affettiklerim, silip attıklarım, hala kafayı taktıklarım" gibi gruplara ayırdım. Sonra bi' ara her bir grup ile ayrı ayrı ilgileneceğim.




...de, şunların hiç birini bedenime, şu dünyada içinde var olduğum, kendimi ifade ettiğim tek gerçeğe, bir tanesini bile uygulayamadım! Bu 2 göz, bende 4 göz, dışarı baktığından mıdır, işi gücü hep dışarıdaki ile. Kendine dönmüyor, bakmıyor bir türlü. Niye?!

Yaw her şeyleri yıkadın pakladın temizledin: İş yerin ofisin, maillerin, ilgilenmediğin işlerin, ilişkilerin ve hatta zihnin.

Hadi ama artık sıra geldi BEDENİN!



Hem aslında bu zamana kadar, kışa hazırlık için, beden almak istediği yağı aldı. Maksimuma geldi. Şimdi o karbonhidrat ve şeker atakları da bitti, bitecek zati.

Evet kış fazla yağı olan için zor. Daha da ağırlaşmana, yavaşlamana ve hareketsiz, halsiz, tembel kalmana sebep olabilir. Sirkülasyon azalır. Bedende mukus ve tıkanıklıklar oluşur. Fiziksel ve mental yorgunluklar artar. Daha negatif düşünmeye, bağımlıklıkların oluşmasına, duygusal oburluklara yol açar. Ve tüm bunlar neticesinde bağışıklık düşer.

Oysa "Kışa uygun, doğru bir yaşam şekli ile hem bedeni, hem de zihni ve dolayısı ile de bağışıklığımızı güçlendirmek, kuvvet katmak, dinginleştirmek de mümkün. Hatta şekle girmek bile oldukça olağan." diyor Ayurveda!




Hem kış, bedenin en güçlü olduğu zamanlar da aslında. Fitness ve diğer tüm güç antremanlarını ve kasa çevirimlerin tam zamanı.

E madem zor günleri fırsatlara çevirmede ustalayız, kışı da içimizde bahara çeviriverelim. Fırsat bu fırsat, bu kış bir güzel güçlenip fitleşelim.




Bu arada kış mevsimi derken, doğa takviminden bahsediyor Ayurveda elbet. Anadolu insanının doğa ile bağı nasıl güçlüymüş, eski bilgilere, hele de eski toprak insanlarla karşılaştıkça, çok iyi anlıyorum. Ahhhh ya, Annanem şimdi yaşasaydı. Doğa ile uyum içinde yaşamak ve dolayısı ile hayatla baş etmek üzerine ne muazzam yöntem ve bilgileri vardı. Ahhh biz bunlara "Kocakarı" işleri dedik. "Kocakarı" bilgilerini ve en baştada "Kocakarı"'ları küçümsedik. Halbuki kadim bilgiler hep bu "Tanrıça Kadın"'lar, "Şifacı Kadın"'lar ile aktarılıyordu. Ahhh ahhh...Hep bunlar "erkek"'lerin işi, yok sözde modern tıbbın işi. Gün gelecek modern tıp, kadim bilgilerdeki şifaları tasdik edenden başka bir şey olmayacak. 
Ben daldım yine politik işlere! Neyse... 

Anadolu'nun Kocakarı takvimine göre kış, Zemheri ile, yani soğukların başlaması ile 22 Aralık'ta başlar. Ocak ortasıdan Şubat sonuna kadar kışın en ağır soğukları Ayandon soğuklarıdır. Kış, Kocakarı soğuklarının başlaması, Mart başında, yani soğuğun son dönemi ile de biter.

İşte yarın 22 Aralık itibari ile, yağ bağlamanın son döngüsü olan sonbaharın son günlerinden, doğanın desteğiyle kış günü yağ yakma metabolizmasına dönüşmenin Ayurvedik yolu:

  • Şimdi, şu sirkadyen şeysi hiç olmadığı kadar önemli. İdeal günlük rutin şöyle:
    • 06:45 Günaydın ve Sabah rutini:
      • WC
      • Diş fırçalama ve dil sıyırma
      • Bir kaşık bal ve ılıktan biraz daha sıcak bir bardak su
      • Yüzünü ve gözlerini gül suyu ile yıka
      • Burun ve kulaklara badem yağı damlat
      • Susam yağı ile yağ çekme ve gargara (5 dk)
      • Vücut Masajı: Kuru kese/fırçalama
      • Yağ masajı; Abhyanga; Duş
      • Yüz masajı; Gua Sha
    • 08:00 Surya Namaskar; Tibet'in 5 ayini; Pranayama; Meditasyon 
    • 10:30 Kahvaltı: Meyve
    • 12:00 Öğle Yemeği: Ana öğün
    • 13:00 Açık havada yürüyüş
    • 16:30 Hafif Akşam Yemeği
    • 17:30 Güç antremanı; fitness; Plank; Pranayama
    • 22:00 Ayak masajı; Meditasyon
    • 22:45 İyi geceler

  • Kendimizi sıcak tutmak en önemli konu. Sıcak yemek, sıcak su, bitki çayları, ısıtan baharatlar, bolca hareket, kalın yünlü giyecekler, yağ masajları, buhar banyoları, vs. önemli. Ve tüm bunların hemen ardından rüzgarda kalınmayacak, üşütülmeyecek.
  • Öğünlerde öncelik mevsim sebzelerinde, özellikle de keskin tada sahip yeşilliklerde. Ve diğerleri de: brokoli, karnabahar, kereviz, roka, havuç, pancar, marul, kişniş, biberler, pazı, karnabahar, maydanoz ve ıspanak.
  • Ama sebzeden de önce aslında baharatlar geliyor. Taze veya kuru baharatsız hiçbir şey yenmiyor. Karabiber, kuru zencefil ve kakule 3'lüsü eksik edilmiyor. Sonra uygun olan reçetelere kimyon, zerdeçal, dereotu, karanfil, tarçın ve diğerleri ekiliyor.
  • Tabakta sebzeden sonra en çok yer alacak olanlar baklagiller, elbette geceden güzelce ıslanmalılar. Bunlardan mercimek ve Maş Fasulyesi en hafifleridir. Diğerlerini ıslamak da yetmez, çok iyi baharatlandırmak ve tüm enfes Türk mutfağı tencere yemekleri gibi soğan ve sarımsak ile güzelce kavurmak lazım gelir. 
  • Karabuğday, kinoa, Amarant, Basmati pirinci, buğday yerine, harika seçenekler. Maya ve mayalanmış ekmeklerden uzak durmak gerekiyor.
  • Meyve kahvaltıda ya da en hafif akşam yemeği olarak tek başına yenmelidir. En başta limon, lime, greyfurt, elma, armut, nar, ayva, cranberry, yabanmersini ve kuru meyveler en iyi tercihlerdir.
  • Tuzu abartmasak süper olur.
  • Çay, kahve gündüz saatlerinde içilebilir.
  • Hayvansal ürünleri de abartmasak iyi olur. Yoğurt ara sıra ve öğle saatinde olsa da, ayran her daim içilebilir. Taze ve keçi beyaz peynir yine öğle saatlerinde, her daim olmasa da yenilebilir. Yumurta en iyi tercihlerden. Karides, balık ve tavuk yine öğle yemeğinde yenebilir.
  • Su çok da tüketmemek lazım. Bitki çayları yeterli olur kanaatımca. Bu dönemde doğada ve dolayısı ile vücutta su elementi çokça var zati. Olduğun bölgeye göre de değişir gerçi. İstanbul'un nem oranı oldukça yüksek mesela. Bir de çok fazla spor yaptıysan da, terlediysen, su kaybettiysen, e o zaman içeceksin illa. Mevsimine, yaşadığın yere, yediklerine, günlük aktivitelerine, hatta beden tipine göre değişen bu su ihtiyacını hesaplama meselesi, Ayurveda Doktor Hocam'a göre şöyle: "Günde 6 kere çişini yapıyorsan, yeterli su almışsındır." der. Bir de öğle saatlerine doğru veya akşam geç saatlerde suyu, bitki çayını çok abartmamakta fayda var.


Muazzam bir plan oldu. Mükemmeli yaptık. Evet ama kendini germemek de önemli. Her zaman ve her daim "Hiç yoktan iyidir!" felsefesi geçerlidir. Yani hiç birini yapamıyorsan, meditasyon, güç antremanı, 5 dakika yerinde zıplama bile yeterli. Ve ayrıca, disiplin, bedenden gelen sezgilerle birlikte kendiliğinden gelecek zaten. Çünkü bu, başlamak, yola koyulmak, bedene yeniden bakmak, kendine yeniden bakmak, kendine değer katmak, hayata can katmak, şifan ile şifa dağıtmak için en iyi zaman!

Hem biz Türkler için, Sümer geleneklerinde de olan, günün artık geceyi yendiği 22 Aralık, yeniden doğum, yeniden doğuş, NARDUGAN bayramı da değil midir zaten!

Narımız, bereketimiz, sağlık ve aydınlığımız bol ve daim olsun!

Güneş bayramımız kutlu olsun!




28 Haziran 2020 Pazar

İncelten Sosuyla Nefis Kızartma


Bizde yaz, kızartma ile kutlanır. Mutfağı, hatta evi, hatta komşular ve bütün siteyi buram buram kızartma kokusu sarmadan bize yaz gelmez. Bu bir gelenektir. Ve gelenekler korunmalı ve sürdürülmelidir. Ayrıca kızartma dediğin fırında olmaz, onun adı fırında sebzedir. Sebzeler bolca ayçiçek yağında, kızartma tenceresinde yüzmelidir. Kızartma tenceresi, bir genç kızın çeyizliğidir.

Gerçekten de, kızartma çok eskilerde var olan bir yemek pişirme yöntemi. Antik Mezopotamya'dan, Antik Mısır'a, Vedik gelenekler Hindistan'dan, Antik Yunan'a kadar bol yağda pişirme hep var.  

Şimdilerde pek süper sağlıklı sayılmıyor kendileri. Kızartma konusunda uzman olan anneciğim, Tatar usulüne göre Ayçiçek yağı kullanır. Asıl mesele yağı yakmamak, duman çıkartmamak ve bir tık az kızgın kullanmaktır. 200 derece civarında tutmak en sağlıklısıdır. Kızarttığım sebze olduğundan içim biraz daha rahat. Yalnız yanına et gibi sindirimi daha da zor yiyecekleri eklemek pek uygun kaçmaz. Bir de öğle vaktinde, yaz günü yendi miydi, alırsın şifasını. Patlıcan ve biber de zati incelten sebzelerden ya, mevsiminde yersen. İçim daha da rahat etsin diye, sosunu sindirimi destekleyen mucizevi baharatlarla tatlandırınca da, oldu sana:


İncelten Soslu Nefİs Kızartma





Kızartma için malzemeler:
  • 1 kilo patlıcan (Ben çok etli sevdiğimden bostan tercih ediyorum. Daha çıtır sevenler kemer patlıcan da kullanabilir.)
  • Yarım kilo sakız kabak (Ben patlıcancıyım, kabağı mücverde severim. Evde 2 kabak vardı onları da kızartıverdim.)
  • 1 kilo çarliston biber
  • 1 kilo sivri biber
  • 2 litre ayçiçek yağı





İncelten Domates Sos için malzemeler:
  • 1 kilo salkım domates
  • 6 diş sarımsak
  • 1 çay kaşığı kadar kuru fesleğen
  • 1 çay kaşığı kadar kekik
  • 1 çay kaşığı kadar darüfülfül
  • Yarım çay kaşığı kadar kişniş
  • Yarım çay kaşığı kadar şeytantersi
  • 3 defne yaprağı
  • Bolca taze çekilmiş karabiber
  • Himalaya tuz


 



İncelten Domates Soslu Nefis Kızartma tarifi:

Önce patlıcanları yıka. Kabuklarını alacalı soy. Halka şeklinde dilimle. Acılığı gitsin ve kızarırken yağı çok çekmesin diye Himalaya tuzlu suda beklet.




Patlıcanlar acısını suya bırakırken, biberleri yıka ve iyicene kurula hatta kağıt havluda kurumaya bırak. Kızartma yağına su damlası dahi girmesin aman dikkat. Patlar ve yanarsın alimallah.





Kabakları yıka kurula ve alacalı soy. Halka şeklinde dilimle. Suyunu bırakması için havluya ser.




Patlıcanlar suda, kabak ve biberler kağıt havluda bekleyedursun, sosu hazırlamak için domatesleri yıka ve rendele.




Sos tenceresine al, bütün baharatları ve tuzu, sonra defne yapraklarını ve ince kıyım sarımsakları domates rendesine ekle.
 




Domates, suyunu çekene kadar orta ateşte, sos tenceresi kapağı açık kaynaya dursun, biz başlayalım sebzelerimizi kızartmaya. Sırasıyla kabaklar, sonra tuzlu sudan çıkarıp nemini aldığın patlıcanlar, en son da biberler olmak üzere en az 1,5 litre ayçiçek yağı eklediğin kızartma tenceresinin altını yak. Yağın ısısını kabak ile test edip, ya Allah başla kızartmaya. Aman kabaklar daha arkanı dönmeden yanar, yağa attığın gibi bir kaç dakika içinde çıkar. Fazla yağını alması için kurutmak için kullandığın aynı kağıt havluya ser. Patlıcanları atmaya başla. Patlıcanlar yağ azaltabilir. O durumda yağ ekle ve yağın ısınmasını bekle. Derin yağ olmazsa, sebzeler yanar.



Kızaran patlıcanları havlu kağıt üzerine al.




Patlıcanlar bitince biberleri patlamamaları için uçlarından kesik at, biraz da yağın ısısını azalt öyle kızart.




Derken sos suyunu çekti. Defne yapraklarını bul çıkar. Ona kızartma yağından 4 çorba kaşığı ekleyip, kapağını kapat ve 10 dakika fokurdat.

Kızarmış sebzelerini ser borcama, üzerine nefis domates sosunu dök ve biraz da maydanoz ile yemeye hazır. 

Afiyet, şifa olsun.











11 Haziran 2020 Perşembe

Yapması çok kolay, 10 dakikada, Fırında efsane Kuşkonmazlı Somon


68,9! Bir haftada tam bir kilo gitmiş! Ama beğenmiyorsun! Alışmışsın tabi menopoz öncesi haftada hızlıca 3'er kiloları vermeyi, bu sana yetmiyor. Peki! Bir bak bakalım, gerçekten de bu yeni rutine (detaylar için buraya tıkla) uyabildin mi?

Biraz zor tabi bu rutin. Bildim bileli en önemli öğün akşam yemeği olmuş. Herkesin bir araya geldiği, tüm uzun toplantıların, buluşmaların yapıldığı, en önemli konuların açıldığı, paylaşıldığı, eğlenildiği zamandır akşam yemeği. 

Bir de, mesela, Kocam Bey'i ikna edemedim akşam yemeğini bir porsiyon zeytinyağlı veya salata ile yapmaya. E baş başa geçirdiğimiz önemli bir aktivite de bu aynı zamanda. Bir de sürekli ayrı ayrı, kişiye özel yemek yapmaya ne zamanım ne de param yeter hani. Çareyi, proteinli yemeği öğlen pişirip, kendi porsiyonumu öğlen yiyip, akşama da Kocam Bey'e ısıtıp sunmakta buldum. Hem yine aynı güzellikte günü değerlendirecek, uzuz uzun sohbetlerimizi edecek, hem de ben de ona sofrada zeytinyağlı veya salata tabağım ile eşlik edecektim.

Amma velakin, mesela birazdan detaylı tarifini fotoğraflarla adım adım vereceğim enfes, sulu sulu, fırında kuşkonmazlı somon günü, işler hiç de planladığım gibi gitmedi. Fırında 10 dakikada pişen enfes kuşkonmazlı somonun bana düşen porsiyonunu şahanesiyle öğle saatinde yedim. Akşam bizimki işten geç geleceği için, ben 17:30'da salatamı da lüplettim. O gelince de, kalan kuşkonmazlı somonu fırında ısıtıp, ona güzelce servis de ettim. Kendime de boş bir tabak koydum. Lafa daldık... 

Derken ne göreyim?'! Ooooo ben ekmekten, sözde ona aldığım beyaz şaraptan, ayy bir de o tek gitmez derken peynirleden usul usul götürüyorum! Gece olmuş 22:00!

Kim bilir kaç akşam yemeği de böyle geçti gitti!!

Velhasıl, sen gel, o verdiğin 1 kiloya en içteninden bir sevin.

Hem şu an, bu akşam yemeği akışının da  farkına vardığına göre, 2. haftayı daha bir şahane geçirisin derim. Hatta bir kaç akşam yemeğini de tamamen kaldırsan 10 numara olur. Zira, Ayurveda, o akşam yemeğini zaruri de görmez hani. O zaman belki, her zamanki akşam yemeği sohbetlerini de, ona sofrada değil de, mutfakta ertesi günün yemeğini hazırlarken mi eşlik etsen? Du' bakalım, bulacağız bi' çare!


Fırında Kuşkonmazlı Somon

Anlatmaya başlarken bile ağzımın içi sulanıyor. Fırın hep kurutur ya, bunda hiç öyle olmadı. Somonun da, kuşkonmazların da içleri sulu sulu kaldı. Isırıklar, dil üstünden boğaza oradan da mideye usulca akıp gitti.






Fırında Kuşkonmazlı Somon tarifi için malzemeler:

Doya doya 2 kişilik
  • 500 gram fileto somon (2 parçaya bölünmüş ve derisi alınmış. Ben temizletmeyi unutmuşum. Derisini temizlemek ustalık işi. Beni aşar. Ama aynı zamanda deri ile birleşen yer, muazzam güzellikte yağlı. Deri ile pek servis etmek istemeyebilirsin ama derisini sıyırmak da ultra damak çatlatır, diyeyim.)
  • 600 gram taze kuşkonmaz (2 paket veya bağ)
  • 2 büyük limon
  • 10 dal maydanoz
  • 3 diş sarımsak (Mevsimi diye ben taze kullandım.)
  • 4 defne yaprağı
  • Soğuk sıkım zeytinyağı
  • Beyaz şarap sirkesi (isteğe bağlı)
  • Himalaya tuz




Fırında Kuşkonmazlı Somon tarifi:


İlk iş, somonu yıkayıp, onu marine edeceğimiz sosu hazırlamak.

Sos için, bir limondan 4 dilim çıkardıktan sonra geri kalanların suyunu sık. O suyun yarısı kadar nefis bir zeytinyağı, bir kaç damla sirkeyi, yıkayıp kıydığın maydanozları, dilediğin kadar tuz ve sıktığın sarımsakları ekle. Marinatı çatalla iyicene çırp.





Sosu somonlara arkalı önlü masajla yedir. Kenara al.





Somonlar marine olurken tepsiyi yağlı kağıtla hazırlayıp, fırını ısınması için 200 dereceye ayarla.




Kuşkonmazların saplarını kalın olan yerinden elinle kır ve kırılan yerden biraz daha incelmesi için kabuklarını soy.



Ortaya somonları, üzerine defne yapraklarını, yanlara kuşkonmazlar olacak şeklinde tepsiye diz. Kuşkonmazlar üzerine zeytinyağı gezdir. Fırına ver.





Veeee 10 dakika içinde tamamdır. Misssssss...





Afiyet, şifa olsun.



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...