12 Aralık 2018 Çarşamba

22:30


Sonbahar şeysi yapacaktık daha; ne ara kapıya dayandı kış?!!

Nasıl yapacaktım zati?! Menopoz semptomları öyle bir hortladı ki! Dinmeyen göğüs ağrıları, nefes almamı zorlayan şişkinlik, rahatsız edici o yanma, koltuktan kaldırmayan yorgunluk, ateş basmaları, uykusuzluk. Bir de sinir var tabi. 

Günlerdir doğru dürüst uyku girmemiş gözüme. Göğüs sızıları doruk noktasında; koparıp atasım var! Dayanamıyorum! Her şeyi denedim geçmiyor bir türlü. Ağrı kesiciler işe yaramıyor! Anti-depresanlar, sakinleştiriciler... Yok! Uyuşmak için yemeklere veriyorum kendimi; yok! İçki; yok! 
Bir saniye dinse, bir saniyecik rahatlayabilsem! 
Tahammülüm kalmadı! 
Yok!
Çıldıracağım! 
Öyle ki, o deli trafikte zıvanadan çıkmışım, "Tamam" dedim, "Katlanamıyorum artık! Ölsem mi? Bu sıkıntılar başka türlü geçmeyecek."!!!! 

Gerçek mi, şaka mıydı bu aklımdan geçenler?!!!

...


"Allah'ım, yardım et!"

Eve nasıl geldim, ne ara aklıma OSHO'nun "Beden ve Zihni Dengelemek" kitabındaki meditasyonu geldi, hatırlamıyorum.
44 dakikalık meditasyonu sabaha kadar kaç kez tekrarladım bilmiyorum.
Gözümde yaşlar, sızmışım.

Uyandığımda...
Geçmişti!
Evet vallahi geçmişti!
Sızlamalar yoktu!
Allah'ım yardım etmişti!
Mucize gerçekleşmişti!
Öyle derin, öyle sakin, öyle huzur dolu bir nefesti ki o! 
O sabah...
Yeniden yaşama dönmüştüm.

Çok şükür.
Çok şükür.
Çok şükür.






"Önce bedenine iyi bakması gerektiğini idrak ediyor. Çünkü bedenimiz bu dünyayla irtibat kurabildiğimiz, deneyimlerimizi yaratabildiğimiz, bu yaşamımızda sahip olduğumuz en kutsal varlığımız ve tek gerçek evimiz. Mutluluk hali ilk olarak bedenimizdeki dengeden başlıyor. Eğer bedeninde denge yoksa potansiyellerimizi keşfetmemiz ve kullanmamız da güçleşiyor. Kişi bedenine iyi bakmanın sadece sağlıklı beslenmeyle mümkün olmadığını, beslenmenin yanı sıra başka bir dizi gerekliliği de içinde barındırdığını fark ediyor. Bu idrakla bedene iyi bakma halinin sadece iradeye bağlı bir disiplinle sürdürülebilir olamayacağını anlayarak, yaşamına farkındalığı artırıcı egzersizleri eklemeye başlıyor. Çünkü ancak farkındalık hali yükseldikçe kişi irade kulanmaya gerek kalmadan, bedeni için bilinçli seçimler yapabilme yetisini kazanmaya başlayabilir."
- Ebru Şinik, "Genleriniz Kaderiniz Değildir" kitabından


Ben dengemi de, öz benliğimi de kaybetmişim!






Sonra hızlıca sayfalarını çevirdim kitabın; "Günlük Rutinler"'in ilk adımı olarak "Uyku" diyor, "Biyolojik ritim" diyor.
"Yani güneş doğarken doğanın uyanmasıyla güne başlamak ve güneş battıktan birkaç saat sonra ortalama 22:30-23:00 civarı uyumak için yatağa girmek en sağlıklısı. Çünkü bedenin kendini hem fizyolojik hem de zihinsel seviyede yenilediği, toksinleri tahliye ettiği, hücresel yenilenmeyi gerçekleştirdiği saatler 22:30-04:00 aralığındadır."
"Buna göre yaklaşık 22:30-02:00 saatleri aralığında fiziksel bedendeki detoks işlemleri gerçekleşirken, 02:00-04:00 aralığında da zihinsel detoks süreci gerçekleşmektedir." 

Yaaaaa; nasıl da kopmuşum bu bedenin kendi olağanüstü döngüsünden?! Halbuki, vakti zamanında 2 yazımdan biri uyku üzerine. Hep günlük rutinlerim var; 22:30'da uykuya dalınan şahane zayıflama programlarım! O uyku ritüelleri hele kış dedim mi, en başa oturuvermiş bende de.
Şu en etkilendiklerimi şuraya not edeyim. Ritimden koptukça göz atayım. 

  • Pembe Rüyalar (Yazı için buraya tıkla!)
  • Zayıflatan Güzellik Uykusu (Yazı için buraya tıkla!)
  • Kış Günü Zayıflamanın Yolu (Yazı için buraya tıkla!)
  • 10 Adımda Kış Günü Zayıflamanın Formülü (Yazı için buraya tıkla!)
  • Yeni Yıla 10 kala EN HIZLISIndan Zayıflama Programı (Yazı için buraya tıkla!)

Ve şimdi, okudukça anlıyorum, o 2 yıllık vegan hayatımdan sonra bir anda başlayan, milletin önündeki yumurtalara göz dikip, hatta saldırma, gece gündüz deniz mahsülleri aşerme hallerimi. Büyük ihtimal D vitamini de Serotonin de diplerde. Hem kışın gelmesi hem de menopoz dolayısı ile bunlara ihtiyacım da şiddetle arttı demek ki. Üzülerek, buruk, ama maalesef, başka türlü doymuyorum da şu ara. O derin meditasyonlar, içimde içgüdüsel bunları uyandırdı belki de. En azından hayvan refahına özen gösteren üreticilerden veya gözümle serbest gezdiğini gördüğüm köyden alayım yumurtaları. Nasıl bir açlıksa, günde 10 tane yiyesim var.

Omega 3'üm de yerlerde. Besin destekleri de almayalı çoooook uzun zaman oldu. Dur ben onları da bir düzenleyeyim.

Günlük rutinlerimi takip ettiğim, hem her birini hatırlatan hem de onlara uyma motivasyonu sağlayan şu tablolar da süper işe yarıyordu. Today diye bir app gözüme çalmıştı. Ben onu bir deneyeyim. Dilediğim fotoğrafla yaratacağım rutinlere check-list havasında yeni motivasyon eğlencem olmaya aday sanki.

Elbette kafamda saat 22:30'da yatmak ile ilgili sürüsüne soru işareti var. Geçen ofisten çıktığım saat zati 22:30'du. Yılbaşı partileri de başlayacak yakındır. Her akşam bir yerlerde, saat 22:30 itibari ile takılmacalar. Kızlarla yıl kapanış geceleri olacak illa. E yılbaşı gecesi eğlencesinin kendisi zaten 22:30'da başlar. 
Yani nasıl olacaksa???

Ama yine eski yazılarımdan fark ettim ki, "yaptığım kadarı" bile yanıma hep kar. Bir gün yatamadıysam 22:30'da, ertesi gün denemişim hep mesela. Olmadı bir ertesi gün. Motto: HİÇ YOKTAN İYİDİR!
Şimdi Pazartesi gününü tamamlayamıyorsam, geçiyor gidiyor bütün hafta. Tutturmuşum, "ya hep ya hiç" saçmalığını; hiçbir zaman hiçbir şey başlamıyor; balık hep yan, hep yatıyor! Yatıyor da, uyumuyor da!!! Hayır uyu hiç olmazsa?! O da yok!!!
Dedim ya, denge gitmiş!!!
Kafa da gitmiş olabilir mi acaba?!!! Eski yazılarımı okudukça feci şüphelerdeyim!!!!





Şu su içmek üzerinde de hep çok durmuşum. 3 litre konusu pek mühim. Yine bir app vardı. İşte şu: Water Buddy. Reklamlar dönüyor içinde, ücretsiz oluşundan ya, ama hatırlatmalar süper.

Bir de yemek günlüğü meselesi var. Instagram hesabının asıl amacı tam da buydu da, artık mekanizması farklı çalışıyor. Her bir yediğimi düzenleyip koymaya da zamanım olamıyor. Fotoğrafları çektiğimle kalıyorum. Ama destek ve motivasyon için post etmek de şart. Geçen, o gün tüm yediklerimi bir arada, tek bir sayfada görmemi sağlayan bir app bulmuştum: SEE HOW YOU EAT. Akşam eve gelince, daha fazla da bir şey yemeyeyim diye de, çektiğim bütün fotoğrafları incelesem şöyle. "Ne şahane öğünler yapmışım kendime bugün!" gururunu yaşasam. Sonra da olduğu gibi story'ye yüklesem. Olduğu gibi ama; ne yediysem, eksiksiz, hepsini!
Bence denemeye değer.

Yaw kaptırmışken, çoktandır düşündüğüm "Tibet Gençlik Pınarı, 5 ayin"'e de başlayıvereyim. Dengemi, döngümü şahanesiyle yerine getirir, düzeltir derim.

Gökcan Gökmen'in videosunu buldum. Nasıl tatlı anlatmış, hem de her bir detaylarıyla.






22:30'da yatacağım ya, 06:30'da da uyanıp, sabahları meditasyon ve Pranayama'larımdan sonra 3 ile başladığım ve her hafta 3'ün katları tekrarlarda arttırarak devam eder iken rutinime, yeniden dengede girerim yepyeni yıla be!


Yaw çene çene çene! Bi' uyutmadınız adamı!! 😜 
Saat 22:30'u oldu. mu?!
Benim uyumam gerek!
Çekilin.


Tatlı rüyalaaaarrr... 😊😴







5 Kasım 2018 Pazartesi

Sindirmek!


Resmen mobbing! Hem de asttan üste olanından!





İşi yapmak şöyle dursun, işleri sabote ediyor resmen! Gizli gizli iş çevirmeler... Beni kale almak şöyle dursun, maillerime bile dönülmüyor! Neymiş, "Performans Görüşmeleri"'nde "düşük puan" vermişiz! Aylardır "Feedback toplantıları" yapıyoruz be kızım. Bir tane geri bildirimimi adam yerine koy da, fırsata çevir! Ne bir kendine gelişme yolu araştırmak var, ne de başını öne eğip bir öz-eleşitiriye girişmek! Onun için harcadığımız onca zamana, emeğe saygı duymayı da bırak, tek dert "hakkım olan tazminatlar"'ı almak!!!!!





Yaw, ben yöneticimden bir şey öğreneceğim, bir şey kapacağım diye onun gözünün içine bakardım. Ki o dönemler, "Open door policy" şöyle dursun, bilginin kendine saklanarak güçlü olunduğu düşünülen zamanlar! Müdürün odası, tam bir merak konusu mesela. Öyle cam falan yok! Bildiğin kapı duvar; ayrı bir dünya! İçerde neler oluyor, neler konuşuluyor?! Kapı aralanacak da; sonra, kimsenin seni o an gözlemlemediğinden emin olacaksın; ki, içeri doğru bir göz atabilesin!
Purolar, viskiler... "İçerde galiba dünya kurtarılıyor!"
Ne bize bir şey anlatan olurdu, ne de bizim sormaya cesaretimiz.
Hiyerarşideki yerin kadar bilgin olur, daha fazla için bir üst rütbeye terfi kapman gerekiyordu.





Şimdi açık ofislerde müdürünle aynı havayı soluyorsun. Her türlü bilgiye kolaylıkla ulaşabiliyorsun. 

Amma velakin, gel gör ki, multi-task yeteneğine sahip olmayanlar böyle bir düzende başarılı olamıyor. Ne, öğrendiği bilgiyi nasıl ve nerede kullanacağını biliyor, ne de o öğrendiği bilgi ile ne yapacağını...

Bilgi, tonlarca bilgi, o kadar çok çeşitli yerden, ve aynı anda, ve o derece hızlı akıyor ki, kimi insanoğlu bununla baş edemiyor. Kafalar iyice karışıyor!





Ronald Giphart ve Mark Van Vugt'ın "Uyumsuzluk" adlı kitabını okudukça da, anlıyorum ki, ne beden, ne de beyin, ne de zihin, taş devrinden bu yana, son yüzyılın bu muazzam hızdaki dijital devrimine, dönüşümüne adapte olamadı, olamıyor. Bir gecede mutant olunamıyor! Biyolojik evrim, kültürel evrime yetişemiyor; bütün uyumsuzluklar bundan doğuyor.






Çok uzak değil, 90'lı yıllarda, iş hayatına atıldığım ilk stajımdaki iletişim hızına bir bakalım mesela. Cep telefonunun olmadığı bir dönem bu; bambaşka bir dünya. Fax diye dev bir alet var; hayatımız o. Bir nevi, ofis dışına mail atma sistemi. Her departmanda CLP ekranlı bir bilgisayar var. "Computer" deniyor o zaman, sadece "computer". Henüz PC -Personal Computer- "kişisel" fikri yok ortada!  O derece! Tüm departman aynı bilgisayarı ortak kullanıyor. İşte o bilgisayar fax kapağı ve duyuruları yazmaya yarıyor. Print ediyorsun, sonra o sayfaları fax ediyorsun.





Şirket içi iletişime girişeceksen, aynı "Computer"'de "MEMO" hazırlıyorsun. Print edip, pardon bastırıp, fotokopi makinasında çoğaltıyorsun. Ve o MEMO'yu ilgili departmanlara bizzat ulaştırıp, imza karşılığı teslim ediyorsun. Onlar da departmanlarındaki "MEMO BOARD"'a asıp, tüm departmanın o MEMO'yu okumuş olmasını bekliyorsun.

Ofis dışı iletişime geri dönelim. O "fax etmek" denilen şey o kadar da kolay iş değil. Anlatayım! Telefon numarasını çevireceksin. Aynı zamanda, fax edeceğin o ortak bilgisayarda yazıp print ettiğin A4 saylarını, doğru sıraya ve doğru yüzü ile fax makinasına yerleştirmiş olacaksın. Oldu ya bir yazım hatası buldun onu Tippex'leyip, kurumasını bekleyeceksin. Karşı fax meşgul olmayacak. Sürekli "meşgul" sesi aldığın fax'ın şirketini, -ki eğer o şirket büyük hele de önemli ise doğal olarak fax da yoğun, hep meşgul-, telefon ile arayıp, "Sevgili şirket, size fax çekmeye çalışıyorum. Fax'ınız sürekli meşgul, çevir sesi alamıyorum. Bir kontrol edebilir misiniz, rica etsem!" türü tacizlerde bulunacaksın. Diyelim ki karşı fax'ın o "gidiyor" "dııııııt"'ını aldın, yetmez! Karşı fax'ın toneri bitmemiş olacak. Kağıt rulosu makinaya doğru yerleştirilmiş olacak. Yazıların hepsi, okunur halde, tam tamına çıkacak. Ve ayrıca, karşı tarafta fax'a bakan bir de vatandaş olacak. Bitmiyor. O vatandaş fax'ı, fax kapağında "To:"'ladığımız kişinin departmanındaki "in-tray"'ine bırakacak. En önemlisi, o "To:"'ladığımız arkadaş, o gün ya da en azından o günlerde ofiste olacak. Yok ofis dışındaysa, aman bir de tatildeyse, ona ulaşmayı unut. (Ahhh o eski güzel günler.) En iyisi mi, fax ettiğin o karşı tarafı bir telefonla arayacaksın. "To:"'ya dahilisinden ulaşabiliyorsan ne ala, yoksa cayır cayır çalan telefona bir Allah'ın kulunun bakmasına kalacaksın. Şirket kurumsalsa nispeten şanslısın. Departman asistanına, ya da gelenek olarak tüm dahililere de cevap veren bir ofis çalışanına rastalayacaksın. Seni severse ve keyfi de yerindeyse, ve isterse, mesajı "To:" arkadaşımıza ileteceğini farz edip, fax'ın sonunda okunacağına gönül rahatlığıyla olmasa da fikir olarak inanacaksın!







Velhasıl, iş beğenmiyorsan, kendi aklına ve tavrına uygun iş arar, o istemediğin işten de istifa eder gidersin!!!

"Hakettiği" tazminatları verdik gitti!!!





Onca yıllık iş hayatımda, yüzlerce ekip arkadaşım oldu. İşten ayrıldılar, ellerimle başka şirketlerde işe yerleştirdim. İlk defa, çalışanıma "refere" olamayacağım.

Geçtim yarattığı tavan yapan stresi, dahası, üzülüyorsun derinden. Zamanını harcamışsın, emek ve dolu eğitimler verişsin, tüm bildiğini aktarmış, gönlünü açmışsın. Ona inanmış, güvenmişsin...





E zaten o "güven" denen acayip zorlu yoldan henüz yeni geçmişim!
Ve belki henüz de geçememişim!





"İşyerindeki kameraların app'ine nasıl ulaşırım da, ne halt ettiğini kontrol ederim?!"
"Arabasına takip cihazı mı taksam?!"
"Telefonu mu dinlesem?!"
"Dedektif mi tutsam?!"
...




"Nerdesin?"
"Kim var yanında?"
"Nerdeydin? Nerde kaldın?"
"Kimleydin?"
...





"Eeeeeeeh çekemem be! Bu eve sen dönmek istedin, o halde her soruma katlanacaksın! Yok öyle!
Haaaaa beğenmiyorsan da, buyur kapı şuarada!!!"






Adam her küfürüme şefkatle cevap veriyor!!!!!!!




Sonra bana yine geliyorlar...





...


"Sindirmek" öyle kolay olmuyor!!!


"Sindirmek" türkçe anlam olarak "sinmesini, korkmasını, çekinmesini sağlamak ya da sinmesine, korkmasına, çekinmesine yol açmak" olsa da, ayurveda ya da yoga, "dönüştürmek" ya da "dönüşmek"'ten bahseder.

"Sinmek" değil de, o muazzam sindirim sistemimizin bir elmayı bedenimizde canlı hücrelere dönüştürmesi gibi... Yediğim semizotunun, beynimin bir parçası olması gibi... Gözüm, elim, tırnağım, saçım, kanım, kalbimin her gün yenilenmesi gibi...


Hücrelerinin, bedenin ve enerjinin yenilenmesi, dönüşmesi ve aynı zamanda ihtiyacın olmayan, sana hizmet etmeyen ne varsayı da bırakmak, hepsinden kurtulmak...

Yediğin içtiğin, aldığın hava, her deneyim, her öğrendiğin, her başına gelenin sindirilmesi için bir zamana ihtiyaç var. Bedenin, yaşamın, sinir sisteminin, ruhun ve kalbinin dönüşmek için zamana ihtiyacı var.

Ve o süre, o zamanı kendine tanımak zorundasın!
...

Öyle çok ağladım ki! Öyle çok yalvardım ki; içimin daralması, kalbimin sıkışması, aldığım her nefeste yüreğime saplanan o öldüren acının bir an önce geçmesi için... 
Gözyaşları içinde meditasyonlara oturduğumu hatırlıyorum...
Sabah olsun diye günlerce uyuduğumu biliyorum... 
Uyuşmak için bilmem kaçıncı Tuborg Gold ile antidepresan ve melatonin içmişliğimi anlattılar...
...

Psikiyatristime, "beni bir yıl sonraya götür" diye yalvarmışlığım var!
...




Beş tabak makarnayı bir anda yersen, midene oturur. Beden mucize olsa da, onca ağırlığı bir anda sindiremez. Bırak sindirmeyi, mideye inen onca şey, tüm sindirim organlarını ve tüm bedeni önce sıkıştırır, sonra da şoka sokar. Kalbe neredeyse kriz geçirten spazma girersin.

İşte tam da o anda, tüm olanları nasıl algıladığın, nasıl karşıladığın müthiş önem kazanır!

5 tabak makarnanın fazla olduğunu, e bir de glutenin de zaten zor sindirildiğini hatırlayıp, spazm geçirdiğini farkeder, bedeni doğal ritminde yavaşça haraket ettirir, gerekiyorsa sindirime destek olacak besinlerden destek alır, nefesine odaklanır, sakince geçmesini beklersin. O gerekli zamanı kendine tanır ve sindirimin senin için çalışmasına izin verirsin.

Ya da, kalp krizi geçiriyorum paniği ile kalp çarpıntılarını daha da arttırır, nefesinin daha da hızlanmasına sebep olur, önce sindirim sistemini durdurur, sonra bağışıklık sistemini baskılarsın. Zıplattığın kortizol seviyenle organların işlevlerini yapmalarına harcayacakları tüm enerjiyi onlardan çekip, "savaş ya da kaç" mekanizması için saklanmasına sebep olur ya da tamamen donarsın. Hiç bir sindirim organı çalışmadığından, midende oturan o beş tabak makarna daha da ağırlaşır; iyicene sıkmaya başlar. Makarna da enerji de sıkışıp kalır içinde! Bedendeki o salınamayan, hapsolan enerji, tıkanıklığa sebep olur. Daha da akamazsa, beden kendi kendini yakmaya başlar. Ve sonunda korktuğun başına gelir. Gerçekten de çok ciddi hastalıklarla boğuşur bulursun kendini.

Ve şu an, tüm bunları yeniden hatırlayınca; sinirliyken, stresliyken, kortizol tavan yapmışken, bir de ağzıma sözde "comfort food"'ları, rahatlatacağına aldanarak, tıkıştırdığımı düşününce, kendimi nasıl da "yaktığımı" farkediyorum!!!





Batı tıbbının babası Hipokrat, binlerce yıl önce "Bütün hastalıklar bağırsakta başlar." demiş olsa da, bu "modern" tıp neden daha yeni keşfediyor bunları, anlamak mümkün değil.







Bunun yanı sıra, çok daha fazla batılı doktorun, sindirim sistemi ve bedene bütünsel etkisini derinlemesine irdelemesi ve Ayurveda, Çin Tıbbı gibi kadim bilgileri de araştırmaya başlaması da boşuna değil.
Hala sadece biyolojik sindirim ile ilgili çalışmalara odaklansalar da, Yoga'dan, Çigong'dan, Çakralar ve Meridyenler'den biliyoruz ki, sindirilemeyen duygular da enerjetik bedende tıkanmalara, ve dolayısıyla, hastalıklara sebep oluyorlar.






Bu kış 200 saatlik Ayurveda Yaşam Programı eğitimine katılasım var. Yogamı da 300 saatlik programla ileri seviyeye taşıyasım...
Fakat para biriktirmek, bulmak lazım! Malum artık hayat iyicene zor!

İyisi mi, havalar da soğumuşken, İstanbul'un o ünlü pusu, şehri kaplamışken, dizimi kırayım, evimde oturup, baya bir iddalı hale gelen kitaplığımdan şu üç ana konudakilerini iyicene bir çalışayım.


1. Ayurveda ve sindirim denen muazzam sistem:
  • Tibet'in Gençlik Pınarı - Peter Keder
  • Yoga ve Ayurveda: Kendine Şifa ve Kendini Bilme - Dr. Vedaçarya David Frawley
  • Ayurveda - Dr. Vasant Lad
  • What are you HUNGRY FOR? - Deepak Chopra
  • Hot Belly Diet: A 30-Day Ayurvedic Plan to Reset Your Metabolism, Lose Weight, and Restore Your Body's Natural Balance to Heal Itself Suhas G. Kshirsagar
  • Ayurveda: Sağlıklı ve Mutlu Yaşamın Sırrı - Dr. Kulreet Chaudhary ve Eve Adamson
  • Ayurveda: Sağlık, Mutluluk ve zindelik için aradığın her şey doğada var - Ulli Allmendinger
  • Genleriniz Kaderiniz Değildir: Hayatınızı değiştirecek günlük rutinler - Ebru Şinik
  • Ayurveda: Beden, zihin ve ruhun uyum içinde işleme sanatı - Dr. Scott Gerson
  • Ayurveda: Sağlıklı ve Uzun Yaşamın Sırları - Dr. M. Ender Saraç 
  • Kuşaklara göre Ayurvedik beslenme - Dr. Dennis Thompson
  • Detoks: Sağlıklı ve uzun bir yaşam için vücudunuzu arındırmanın doğal yolu - Daniel Reid
  • Clean: Expanded Edition: The Revolutionary Program to Restore the Body's Natural Ability to Heal Itself - Alejandro Junger, M. D.
  • Temiz Bağırsak: Hastalıkların sonuçlarıyla uğraşmak yerine nedenlerini ortadan kaldırın - Dr. Alejandro Junger
  • Brain Maker: The Power of Gut Microbes to Heal and Protect your Brain - for Life - Dr. David Perlmutter
  • Büyüleyici Bağırsak: Küçümsediğimiz organ "bağırsağın" iç dünyası - Giulia Enders
  • Beyinde ararken BAĞIRSAKTA buldum - Dr. Serkan Karaismailoğlu
  • Mikrobiyota: İçimizdeki mikroplar ve yaşama büyüleyici bakış - Ed Yong
  • Duygusal Beyin: Bağırsak - Prof. Dr. Hüseyin Nazlıkul
  • Beyin - Bağırsak Bağlantısı: Vücudunuzdaki gizli konuşmanın duygularımız, tercihlerimiz ve sağlığımız üzerindeki etkisi - Dr. Emeran Mayer

   
 

 




2. Evrim içinde insan bedeni ve yemek:
  • Hayvanlardan Tanrılara Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir TarihiYuval Noah Harari
  • Neandertal: Modern Bilim Onların Hikayesini Yeniden YazdıMichael A. Morse & Dimitra Papagianni
  • Gezegenin Efendileri: İnsan Kökenlerinin Hikayesi - Ian Tattersall
  • Homo Deus: Yarının Kısa bir TarihiYuval Noah Harari
  • İnsan Vücudunun Öyküsü: Sağlık, Hastalık ve Evrim - Daniel E. Lieberman
  • Tüfek, Mikrop ve Çelik - Jared Diamond
  • Düne Kadar Dünya: Eski Toplumlardan Ne Öğrenebiliriz? - Jared Diamond
  • Uyumsuluk: Taş Devri Beynimiz Bizi Her Gün Nasıl Yanıltıyor ve Bu Konuda Ne Yapabiliriz? - Ronald Giphart ve Mark Van Vugt
  • İnsanlığın Yeme Tarihi - Tom Standage
  • Avcılıktan Gurmeliğe Yemeğin Kültürel Tarihi - Priscilla Mary Işın
  • Darwin'le Akşam Yemeği: Evrim Yeme İçmeyi Nasıl Etkiler? - Jonathan Silvertown
  • Beslenme Kültürü ve İnsan: Neden Sağlıksız Besleniyoruz? - Prof. Dr. Metin Özbek
  • Lezzetin Tarihi: Geçmişten Bugüne Yiyecek, İçecek ve Keyif Vericiler - Prof. Dr. Zeki Tez
  • Obur Zihin: Yiyeceklerle İlişkimizin Evrimi - John S. Allen
  • Açlık: Doğal Olmayan bir Tarih - Sharman Öpt Russel





3. Günümüz gıda endüstrisi:

  • Tuz, Şeker, Yağ: Gıda Endüstrisi Bizi Nasıl Bağımlı Hale Getirdi? - Michael Moss
  • Peynir Tuzağı - Dr. Neal D. Barnard
  • Etobur - Otobur İkilemi - Michael Pollan
  • Tabağındaki Yüz: Gıda Hakkındaki Gerçekler - Jeffrey Moussaieff Masson
  • Ekmek Biterken: Yeni küresel besle(n)me sistemi yeni insanı nasıl şekillendiriyor? Gelecek ellerimizde mi? - Erhan Ünal
  • Saklı Seçilmişler - Soner Yalçın





Dizimi kırmışken, şu şahane sonbahar zamanı bir temizliğe de girişeyim. (Program için tıkla). Zira, ye ye ye, nereye kadar?! Hayır bir de, temiz temiz beslenip o fazlalıkları atar atmaz, "Oooh ben isteyince hemencecik kilo veriyorum ne de olsa, gel ben ölesiye tıkınayım!" mantığı, kendi kendimi sabote edişimi çözeceğim ama, dur bakalım.





Ha bir de, Zeynep Aksoy hocamın Reset videoları müthiş bilgilerle dolu. Öyle ki, her bir videoda, kendisinin deyimiyle en az bir "Wow"'a ulaşıyor ve bir video yok ki aydınlanma yaşamıyorum.
Arabada açıyorum Youtube kanalını.
Trafiği, spiritüel bir yolculuğa çevirdim.
😀🙏🏼❤️





  
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...