Hayatım boyunca, "Baban ne iş yapar?" sorusundan nefret ettim. Hele çocukluğumda... Her yeni okul dönemi, her yeni tanışma, kendini, içinde "annen baban necidir?" zorunlu açıklamalı tanışmayla başlar. Ne çok önemliyse bu "Baba işi?", annenin ne yaptığı daha az önemlidir bir de (!), ve bence asıl annenin çocuğunu nasıl yetiştirdiği önemlidir ya, neyse; iş başvuru formlarında bile yer alır.
Dev harflerle "ÖLDÜ" diye yazmışlığım var!
Şimdi de "Evli misin? Çocuk?"! "Çocuk?"! "Çocuk yok mu?"!!!
Çocuksan illaki bir baban, evliysen de illaki bir çocuğun olması gerekiyor!
Aksi halde "tam değilsin", "eksiksin"!
Hele bir de kadınsan!!!
Bir gün nasıl yettiyse... Kuzenimin kuzeni, ya da akrabalık ilişkimiz olan bir hatun diyeyim, telefonda bana "Çocuğunuz yok. Yapmayı düşünmediniz mi?" demesiyle ben:
"Düşündük. Hamile de kaldım. Bir trafik kazasında kendim kurtuldum da, maalesef onu kaybettim. Sonra toparladım kendimi, kırıklarım düzeldi. Tekrar yürümeye başlamıştım. En sağlıklısından incecik de olmuştum, bebek için hatta... Çocuk odası bakarken... Erkenden menopoz.".
"..."
"Yumurtalıkların iki görevi vardır, bunlardan biri neslin devamını sağlamak, diğeri ise östrojen hormonu ile kadını sağlıklı kılmak."
"Sağlıklı yumurtanın tükenmesi anlamına gelen menopozdan geri dönüş mümkün değil. Bu dönemde kadınlar gebe kalamaz, ancak yumurta bağışı ile gebe kalınabilir, bu yöntem de Türkiye'de yasaktır."
"..."
"Kimseye yük olma!", "Dertlerinle kimseleri üzme, yorma!" edebiyle büyüdük, ama artık her şeyleri içime atmaktan sıkıldım.
Ayrıca, "Menopozlu Kadın" hakkımı kullanmak istiyorum.
Her şeyleri haykırmak istiyorum.
Madem herkesler her soruyu sormakta bu kadar fevri, ben de çatır çatır "cevap" vermek istiyorum.
Hoyrat sorulara, al sana gerçeklerle dolu cevaplar burada...
Ohhhh be!
Zaten fiziksel değişimler ile bile menopoz çok zor bir süreç. Ne kadar da hormon desteği alsan, o göğüslerinin sızım sızım patlamaya doğru ilerlemesi, bitmiyor hiç mesela. Üst beden öyle büyüdü ki, Marks&Spencer'ın en büyük sütyen bedeni bile olmuyor üzerime.
Metabolizma kağnı hızında.
Fiziksel gücünü kaybetmeye başlıyorsun da. Kaslar eriyor, belki kemikler de. Dolayısıyla halin de kalmıyor hiç bir şeylere.
Nefes bile alamaz oluyorsun.
Cildin eski esnekliğinde değil. O "ifade" çizgileri daha mı bir belirgin? Çok da takmıyorsun ya! "-mı?" acaba?
İşin duygusal yanıysa.. Sabahları işe ağlayarak gidiyorsun mesela. Geceleri de ince ince göz yaşları akıveriyor. Çabuk yorulduğundan mıdır, iş çıkışı bir şey yapmaya halin kalmadığından mı, sinirli oluyorsun; daha doğrusu her şeye kızgın. Tahammülün hep sınırda.
Hafta sonları, çoluk çocuk herkesler keyiflerde iken, tüm ailelerden, istemeden, uzaklaşıyorsun.
Kaçasın geliyor, da, halin yok kaçmaya...
Artık dev şirketlere, ya da başkalarına para kazandırmak istemiyorsun. (Bu herkeslerin derdi galiba.) Ama para da kazanmak zorundasın. Onca yıldır ırgat olup, kazandığın parayı kiraya, yola, gırtlağa, ve stresten olur olmaz saçmalığa harcamışsın, kenara iki kuruş koymamışsın da! Artık "yaşamak" istiyorsun. Oysa emekli olmaya daha 15 yılın var. "Yuh" diyorsun; "Nasıl olacak ki?". "Bu erken yaşlanma ile erken emeklilik, erken menopoz için geçerli değil mi? Niye ki?".
Artık zaman, daha mı hızlı akıyor? Yapmak istediklerime hiç zaman kalmıyor.
İzmir'de onca fotoğraf çektim oysa. Hem de Canon EOS 760D'imle. (Evet aldım. Evet fotoğrafçılığa da başladım.) :-)))
Şöyle, "Bikini'nin İzmir'i"'ni yazasım ("yarasın") vardı ya.
Meyhane Piero, Alsancak, İzmir Mayıs 2016 |
Sonuç; 69,9'dan 64,7'ye indim, gram gram, zar zor. Hatta "bir ben biliyorum ne çektiğimi" derecesinde!
Temmuz başında, bayramda ilk tatil. Şöyle 10 kilo versem, ne şahane olur. ;-)
Dahası benim bedenen güçlenmem gerek. Ama önce bu fazlalıklardan kurtulmak lazım. Zira, kemikler inceldikçe, kaslar eridikçe, her fazla gram zarar veriyor.
Ayurverda öğrenmeye çalışıyorum şu ara.
Ve tabiki de yine şifa yogada. Ahhh bir de yapan olsa...