meditasyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
meditasyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Ekim 2017 Pazar

Sonbahar temizliği


Hani şu "bir büyük"'ler, "malt candır"'lar, Urla Vourla, Casal Mendes, Barbayanni'ler olmasa, tatilden incecik olup döneceğim yeminle.




Alaçatı, Yaz 2017


Hacımemiş, Alaçatı, Yaz 2017


Urla, Yaz 2017

Çeşme, Yaz 2017


Güneş, deniz, kum, toprak, yerlisinden taptaze, şifa dolu sebzeler, otlar, meyveler... Açık hava, özgürce hareket fırsatı, yürüyerek gidilen bakkallar, pazarlar, restoranlar... Trafikten uzak, arabadan uzak, bilgisayardan, işten uzak; telaştan, stresten hepten uzak... 💜



Madeo Kum Beach, Alaçatı, Çeşme Yaz 2017


Nori's House, Ovacık, Çeşme, Yaz 2017


Spiaggia Grande, Alaçatı, Çeşme, Yaz 2017


#mavibisiklet Hacımemiş, Alaçatı, Çeşme, Yaz 2017
Tekke Plajı, Çeşme, Yaz 2017



Başının üstünde çatıyı ancak yatmadan yatmaya gören bedeni, sen bir anda kapalı ofise tıkarsan, şoka girer tabi. Onu gerçek dünyasından alıp yapay bir dünyaya, hayvanat bahçesine sokuyorsun. Demirlerin arkasına atmakla kalmıyor, bir de onu, sadece parmakları, gözleri ve çılgınca da zihni hareket edecek halde sabit bir masanın başına oturtuyorsun. Zihin koşturuyor, parmaklar ve gözler ona yetişmeye çalışıyor, bedense kas katı duruyor...
Ve bence, bu, bedeni korkunç bir strese sokmakla kalmıyor, travmalar gibi, bedenin her yanında tıkanıklıklar yaratıyor. 
Emekli olamadan, ölüp gideceğiz bu masa başlarında! 😡






Sözüm ona "modern hayat"'ın getirdiği, gittikçe kirlenen yemek, hava, sudan aldığımız ağır toksinler, bedenin doğal kendini temizleme yeteneğini sekteye uğratıyor zaten. Metabolizma yavaşlıyor, bağışıklık sistemi zayıflıyor veya aşırı tepkiler vermeye başlıyor. Bir de üzerine korku, endişe, öfke, pişmanlık gibi olumsuz duygu ve düşünceler de eklenince...

Stres altında, "alarm" pozisyonuna geçiyor beden. Tüm sindirimi,  besinleri özümsemeyi, yenilenmeyi durduruyor!!! En hızlıca enerjiye çevireceği karbonhidratlara saldırmakla kalmıyor, bulduğu herşeyi de bedende tutmaya başlıyor. 

E bir de zaten Sonbahar'a girmişiz, beden kendini kışa hazırlamak derdinde...

Sonuç: Şu tatilden döndüğüm günden bu yana, 3 haftada 3,5 kilodan fazla almışım. 
Olmuşuz (1. çoğul şahıs kullandım, biz, zira benden bir ben daha yaratmışım 😳) 63,5 kilo.
Hepsi de belime belime... 😱

"Aman ben böyle de güzelim"'lerden hemen çıkayım! Hele hele zat-ı muhteremin, durup dururken "sana şişmanlık da bir başka yakışıyor"'lara hiç kapılmayayım! Zira, "Winter is Coming!"






Ayurveda'ya göre, vücudumuzun biyoritmi kış mevsiminde fazla kilolardan kurtulmaya programlanmamıştır. Bedenin evrimsel olarak vücut ısısını korumak ve enerji üretmek için onlara ihtiyacı vardır. Vücut, doğal olarak tutmaya ve depolamaya programlanmıştır.

Geçiş mevsimleridir, İlkbahar ve Sonbahar, detokslar, oruçlar, iç temizliklerin, kilo vermelerin dönemi.






Sonbahar, yavaş yavaş kapanmanın gerçekleştiği, döngüsünü tamamlamış yaprakların toprağa düşüp, toprağın daha da derinden beslenebilmesi için besine dönüştüğü, bize artık hizmet etmeyen herşeyi bırakıp, yeniye yer açtığımız mevsimdir.





Sonbaharda doğayı gözlemlediğimizde, bunun bir içe dönüş ve ıslah mevsimi olduğunu görürüz. Ağaçlar, sonbahara girerken enerjilerini yapraklarından gövde ve köklerine doğru çekmeye başlar; yapraklar önce renk değiştirir, sonra da kuruyup dökülür. Yaz ve ilkbahar mevsimlerinde güneşin bolluğundan faydalanarak beslenmelerine aracı olan yapraklarına, güneşin azalmasıyla artık ihtiyaç kalmamıştır. O yüzden gübre olmak üzere toprağa bırakılır. Artık, kışa hazırlanmak için enerjiyi ve kaynakları arıtma, süzme, ıslah etme ve sadece en saf ve gerekli olanlarını köklere ve tohumlara doldurup, geri kalanlarını eleme ve atma zamanıdır.






Velhasıl, sadece fazla kilolardan kurtulmak için değil, bedenin dengesini ve doğal kendini iyileştirme becerisini de yenilemenin yolu olarak, bu mevsimde bir temizlik şart!







SONBAHAR TEMİZLİĞİ: BESLENME

İlk iş, saf ve gerçek yiyeceklere yönelip, geri kalanları (alkol, şeker, tatlandırıcı, kahve, siyah çay, süt ürünleri, unlu gıdalar, tüm işlenmiş gıdalar ve fast food) eleyeyim, atayım, bırakayım.





Kendimi mevsiminde sebze ve meyvelere (-ki, bu konu da çok önemli!); mercimek ve maş fasulyesi gibi daha küçük taneli bakliyat (geceden, en az 12 saat suda beklemiş) çeşitlerine; kinoa, karabuğday, Basmati pirinci (bunlar da geceden, en az 12 saat suda beklemiş) gibi iyi pişmiş, nemli ve güçlendirici tahıllara; havuç, pancar, tatlı patates, ve balkabağı gibi topraklayıcı kök sebzelere; baharatlara ve çeşit çeşit bitki çaylarına vereyim.








Pişmemiş yiyeceklerden, soğuk zeytinyağlılar, çiğ salatalar ve soğuk green juice'lardan, smoothie'lerden kaçınıp, yerine, iç ısıtan sıcacık çorbalar, sulu yemekler, fırınlanmış veya buharda sebzeler gibi sıcak, nemli, pişirilmiş yiyeceklerden oluşan beslenme düzenine geçiş yapmak gerekiyor. Soğuk soğuk mideye gönderdiğim her şey sindirimi zorlar.




Yemek aralarında, gün boyunca limonlu sıcak su yudumlayayım. Bol bol  ısıtıcı, taze zencefil çayı, goji meyvesi çayı, yeşil çay, chai, ıhlamur ve adaçayı yapayım.




Acıkmadan yemeğe oturmayayım. En büyük öğünüm, öğle yemeği olsun. Akşam yemeğimi, hem hafif hem de erken (en geç 18:00-19:00) yapayım.  Bir önceki öğünü hazmetmeden (4-6 saat) ağzıma bir şey sürmeyeyim. Ara öğündür, atıştırmalıktır, bunlardan uzak durayım. Haftada 1 gün, sağlam bir öğle yemeği yiyip, akşam yemeğini atlayayım. Haftanın diğer bir günü de, tek tip beslenme orucu tutayım; o günün tüm öğünlerinde kitchari yiyeyim.








SONBAHAR TEMİZLİĞİ: GÜNLÜK RUTİN

  • Erken kalkmak lazım gelir. Hatta güneş doğmadan uyanmak şifa getirir. Sabah 06:00-07:00 civarı uyanmayı hedeflesek, 8 saatlik uykuyu da almış ve mis gibi uyanmak için, akşam da en şahanesiyle saat 22:00 uykuya dalmış olmak gerekir.
  • Yüz temizliği: Uyanınca ilk iş yüzüne serin su çalmak olsun. Her bir çakrayı uyandırmak için, tam yedi kere.
  • Gandusha veya Oil Pulling, yani yağla ağız çalkalama, yağ çekme: Antibakteriyel, antiviral ve antifungal özellikleriyle bir yemek kaşığı hindistancevizi yağını 15-20 dakika boyunca ağızımda çalkalayıp sonra tüküreyim, aman sakın yutmayayım.












    • Dil temizliği ve diş fırçalama: Dil üstünde biriken toksinleri vücuttan atmak lazım gelir. Metal bir dil sıyırıcı harika iş çıkarır.

    • Pranayama: Bilince olağanüstü bir denge sağlayabilen yoga nefes egzersizleri, şifa, neşe ve saadet getirir.



    • Surya Namaskar: Güneşe Selam, en orijinal hali can. Plank sırasında dilediğince kalmak da cabası.


    • Bir bardak sıcak su iç, bal ve limonlu.
    • Abhyanga ve sıcak duş: Bir kaç damla lavanta, biberiye, zencefil yağı eklenmiş susam yağıyla kendime sıcak yağ masajı uygulayayım. Bırakayım beden onu nüfus etsin. Ardından da 3 dakika sıcak, 20 saniye soğuklu bir duş ile vücuda dinçlik, zihne netlik ve hayatıma kutsallık katayım. Bu arada, sonbaharda, profesyonel masajlar almak, buhar banyolarına, saunalara, hamamlara girip terlemenin de tam zamanı.

    • Kahvaltı (09:00): Mevsim meyvelerini lüpleteyim.

    • Öğle yemeği (12:30) ve ardından rahatlatıcı ve huzurlu bir yürüyüş (#yürümekgüzeldir)
    • Akşam yemeği (18:30) ve ardından rahatlatıcı ve huzurlu bir yürüyüş (#yürümekgüzeldir)
    • Meditasyon: Farkındalık, uyum, doğal düzen getiren, yaratıcı zekanın uyanmasıyla da yaşamı mutlu ve huzurlu kılan meditasyon, sonbaharın en önemli günlük ritüelidir. Kendini ona adaman gerekir.



    • Yin Yoga: En derin bağ dokularıma ulaşıp, yaşam enerjisinin bedenimde akışına şahit olayım. Fiziksel, duygusal ve zihinsel şifalanayım, dönüşeyim. Canım Hocam, Zeynep Aksoy'un Yin Yoga serilerinin tamamı olmasa da, günde bir kaç pozda kalayım. Ama illa ki uzun bir savasana ile bitireyim.


    • Uyku vakti (22:00): İyi uykular çocuklar. 😊





    Ha bu arada; başlamak için, bir mucize, bir işaret bekliyorsan ya da biri gelip seni kurtarsın istiyorsan, üzgünüm, o hiç gelmeyecek!

    Kendi hayatından, sadece ve sadece sen sorumlusun! Şikayeti de, mızmızlanmayı da bırak! Totonu kaldır ve gerekeni yap! 💪





    21 Kasım 2016 Pazartesi

    Düşün de YE!


    Döner dönmez evde badanaya ve köşe kenarın elden geçtiği minik inşaatlara başlayacaktık. “Sağ olsun” kayınvalidem de gelince bizimle, kaldı her şey.

    Duvarlar kese kâğıdından bir ton açık, tavanlar bembeyaz olsun, elektrik kabloları ortalıktan toparlansın, elektrik düğmeleri de yenilensin, banyoyu da olabildiğince yenileyeyim istiyorum. Ev kira.      Salonun halılarını değiştireyim diyorum, mutfak masasını da. Kitap odamı ve giyinme odamı tamamen yenileyeceğim zaten.

    Tüm bu işlere girmeden önce de, komple bir ev hafifletme operasyonuna girişmek istiyorum. Her bir deliğe, köşeye gireyim, elden geçmeyen, dokunmadığım eşya kalmasın istiyorum. Dip temizlik yanında, istiflenmiş tüm eşyaları asıl sahiplerine ulaştırayım diyorum. Evde kullanılmayan hiçbir şey kalmasın istiyorum. Tüm ağırlıklardan kurtulmak istiyorum.



    İstiyorum istemesine de, bir türlü işlere girişemiyorum. Plan bile yapamıyorum, çünkü sevgili Anneciğim’in ne zaman evine döneceğini bilmiyorum. Soramıyorum da. “Öyle yaparız, böyle ederiz” diyorum, yok. E havalar da soğuyor. Tüm bu aklımdakiler için, bir kere, badana öncesi için de, zaman lazım. Sabah 08:00 akşam 20:00 çalışıyorum. Yurt dışı programım da çıktı. Bir an önce başlamam lazım.

    ...

    Geçmedi o bir ay.

    Neyse, inşaat da badana da bitti sonunda çok şükür. Canım Aşkım Mamişkom yetişti. Kullanılmayacak, giyilmeyecek ne varsa verildi. Atılacaklar atıldı. Dip köşe kırklandı. Havası da enerjisi de mis oldu evin. Ohhhhh…



    Giyinme odam ve kitap odamı yenilemek kaldı geriye. Onlar da artık yavaş yavaş. Gerçi zaten kitaplıkları ve gardırobu beğendim IKEA’dan da. Alması, taşıması, yapması, yerleştirmesi kaldı. Montajları kendim yapasım var.  Artık, yeni yıla girmeden bitireceğim inşallah. :-D



    Yoruldum da. Koşturmaktan daha çok, “Ne zaman başlayacak? Nasıl olacak? Havalar soğudu! Her yerler ayakta!” telaşesinden. Beyin durmadı plan yapmaktan. Biraz sakinleşeyim, kendimle ilgileneyim. Yoksa beni benden çıkaracak bu stres ve yanında getirdiği o saçma sapan, kıtlıktan çıkma yeme manyaklığı. Fark etmeden neler gidebiliyor mideye, hayretler içinde kalıyorum. Hele de akşamları. Hoooop, bir bakmışım dünyalar midemde!

    Tüm gün deliler gibi çalışmış beyine trafik ve üzerine de evde yapılacakları, planlamaları verince, uyuşuyor kendileri tabi. Zihin kendinden geçiyor, farkında olmuyor, sarhoşluk, şuursuzluk seviyesine düşüyor. Olanlar da, tam da o anlarda (ansızlıklarda!) oluyor.

    Acilen, zihni kendine getirme, “an”’da kalma, farkındalık yaratma işlerine girişmek gerek.

    Eve gelir gelmez, 5 dakika bile olsa meditasyona oturayım ben. 

    2 dakka bir sessizce oturup, nefesine odaklanmak, sakinleşmek, gelen giden düşünceleri gözlemleyebilmek, o düşünceleri sahiplenmeden, içlerine girmeden, uzaktan tanık olmak… Hepsi bu!




    Bir Yoga Hocası olarak ben Lotus’ta oturuyorum elbette! Hani şu bağdaş kurduğun, ama bir şekilde bacakların birbirine girdiği, ayakların yukarıda, üstte kaldığı, ünlü Yoga oturuşu, Padmasana.  :-p




    Yok, be yahu! Şaka! Kolu bacağı kırmanın hiiiiç alemi yok. Kolayca o poza girebilen varsa girsin elbette. Ama bu, “Lotus yapan en aydınlanmıştır!” anlamına gelmiyor. Sandalyede oturan çooook daha derin meditasyonlara dalıyor olabilir. Yoga duruşlarında, o fotoğraflarda gördüğümüz en uç noktadaki pozlara ulaşmaya odaklanmak yerine, o duruşu daha denerken bedeninde ne hissettiğine ve bedenin enerjetik boyutundaki değişimlere bakmaktır mesele.



    Son aldığım eğitimden de edindiğim en önemli çıkarım, (ha evet, onca işin arasına bir de eğitimler sıkıştırıyorum) akıştaki bütünsel bedene ulaşmak, yavaş, hatta daha da yavaş hareketler ile ve limitlerini zorlamanın aksine, minik akışlar ile mümkün. Yani, zorlamadan daha kolay aşabiliyorsun limitlerini aslında. Neyse, bu Feldenkrais konusu çok uzun, ben konuma döneyim.

    Demem o ki, meditasyon, öyle korkulacak veya büyütülecek bir şey değil. Nasıl oturduğunun önemi yok. Oturabildiğin en rahat şekilde otur (yatsan da olur da, uyuya kalacağın kesin olduğundan oturmak en iyisi) ve meditasyon boyunca hareket etmemeye çalış.

    Yalnız minder önemli. Totomuz rahat etmeli. :-D

    Doğal karabuğday kabuğu dolgulu benimkisi. Hem totomun şeklini alıyor, hem de çökmüyor, hava sirkülasyonu da sağlıyor. Tüm diğer dolgu malzemelerinden çok daha dayanıklı ve uzun ömürlü. Pahalı bir şey de değil.



    Evi yenileme işine girmişken, koltukları, yatağı, yastıkları karabuğday kabuğu dolgulu mu yapsam?
    Haşır haşır, biraz ses olur kullanırken ya…

    Bu karabuğdayın dışı da içi kadar kıymetli demek ki. İçinde buğday geçiyor ya, yakından uzaktan yok alakası aslında. Kuzukulağıgillerden, bitkinin tohumsu meyvesi.

    Aleksandra, bana yıllar önce гречка (grechka) diye getirmişti, “Her şeyin yanında haşlayıp yeriz. Biz bunun sayesinde inceciğiz.” demişti de, pişirip de denememiştim bile. O zamanın cahil aklı işte.

    Glütensiz, alkali, protein zengini (tüm esansiyel amino asitleri içeriyor), pembe GI’lar arasında, lif kaynağı, antioksidan, magnezyum ve demir zengini bir süper yiyecek. Tibet’ten çıkma olduğunu ve Ayurveda’da diyabet ve obezite tedavilerinde kullanıldığını öğrenince de çiğ çiğ yiyesim geldi.





    Böyle yiyeceğini, nereden geldiğine kadar, derinlemesine araştırınca, ona iyice bakıp, koklayıp, onu doyasıya seyreylerken nerede, nasıl yetiştiğini -toprağı, havayı, bulutu, güneşi, yağmuru, rüzgârı, doğa anayı-, sofrana gelene kadar geçirdiği evreleri, onu toplayanı, getireni, pişireni, hepsini düşündükçe muazzam bir farkındalık doğuyor.

    Hem de öyle bir farkındalık ki bu, bırak makinelerden geçmiş, rafine edilmiş, boyalar ve kimyasallar eklenmiş, paketli ikincil yiyeceklerden uzaklaşmayı, doğadaki haliyle, o ana, birincil yiyeceklere koşuyorsun. Yemek üzere eline aldığın, önüne koyduğun her yiyecek içinde güneşi, doğayı arıyorsun. Her ısırıkta, o tarladaki esintiyi hissetmek, yağmuru damağında tatmak istiyorsun. Toprağın şifasını tüm duyularınla; görüp, dokunup, koklayıp, tadıp, doyarak; içine alıyorsun.

    Bir baktım, buzdolabımı ağzına kadar taze sebze ve meyveler ile doldurmuşum.



    “Düşün de YE!” fikrine odaklandıkça ete ve ürünlerine de bakışım değişmeye başladı sanki.

    Greenpeace’in “Sağlıklı ve çevre dostu bir üretim yapmadığı sürece tavukçuluk sektörünü soframıza buyur etmiyor, bahanelerini ve ürettiklerini yutmuyoruz” dediği “YUTMAYIZ!” (http://imza.greenpeace.org/yutmayiz?b) kampanyasını imzaladığımdan beri, tavuk yememeye çalışıyordum da, yumurtaya, ete, Bayramoğlu dönere hayır demiyordum. Yememeyi aklımdan bile geçirmiyordum.

    Soframdakilerin nereden geldiğini tüm duyularımla hissetmeye, yaşamaya çalışırken, bunu konu et olunca, yapamıyorsun. Onu bulduğuna şükredemiyor, minnet duyamıyorsun. Olmuyor!

    Ankara armuduna şöyle dikkatlice bakınca ağzının suları akmaya başlıyor da, tavuğa, koyuna bakınca, onu yemek geliyor mu insanın içinden gerçekten de? Ruhumuza iyi gelen, onları hoplayıp, zıplarken, koşarken, yaşarken seyretmek değil mi?

    O kaybettiğimiz doğal içgüdülerimizde hayvan yemek yok sanki.

    Vejetaryen mi oluyorum ki?!


    Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...