metropol yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
metropol yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Kasım 2016 Pazartesi

Düşün de YE!


Döner dönmez evde badanaya ve köşe kenarın elden geçtiği minik inşaatlara başlayacaktık. “Sağ olsun” kayınvalidem de gelince bizimle, kaldı her şey.

Duvarlar kese kâğıdından bir ton açık, tavanlar bembeyaz olsun, elektrik kabloları ortalıktan toparlansın, elektrik düğmeleri de yenilensin, banyoyu da olabildiğince yenileyeyim istiyorum. Ev kira.      Salonun halılarını değiştireyim diyorum, mutfak masasını da. Kitap odamı ve giyinme odamı tamamen yenileyeceğim zaten.

Tüm bu işlere girmeden önce de, komple bir ev hafifletme operasyonuna girişmek istiyorum. Her bir deliğe, köşeye gireyim, elden geçmeyen, dokunmadığım eşya kalmasın istiyorum. Dip temizlik yanında, istiflenmiş tüm eşyaları asıl sahiplerine ulaştırayım diyorum. Evde kullanılmayan hiçbir şey kalmasın istiyorum. Tüm ağırlıklardan kurtulmak istiyorum.



İstiyorum istemesine de, bir türlü işlere girişemiyorum. Plan bile yapamıyorum, çünkü sevgili Anneciğim’in ne zaman evine döneceğini bilmiyorum. Soramıyorum da. “Öyle yaparız, böyle ederiz” diyorum, yok. E havalar da soğuyor. Tüm bu aklımdakiler için, bir kere, badana öncesi için de, zaman lazım. Sabah 08:00 akşam 20:00 çalışıyorum. Yurt dışı programım da çıktı. Bir an önce başlamam lazım.

...

Geçmedi o bir ay.

Neyse, inşaat da badana da bitti sonunda çok şükür. Canım Aşkım Mamişkom yetişti. Kullanılmayacak, giyilmeyecek ne varsa verildi. Atılacaklar atıldı. Dip köşe kırklandı. Havası da enerjisi de mis oldu evin. Ohhhhh…



Giyinme odam ve kitap odamı yenilemek kaldı geriye. Onlar da artık yavaş yavaş. Gerçi zaten kitaplıkları ve gardırobu beğendim IKEA’dan da. Alması, taşıması, yapması, yerleştirmesi kaldı. Montajları kendim yapasım var.  Artık, yeni yıla girmeden bitireceğim inşallah. :-D



Yoruldum da. Koşturmaktan daha çok, “Ne zaman başlayacak? Nasıl olacak? Havalar soğudu! Her yerler ayakta!” telaşesinden. Beyin durmadı plan yapmaktan. Biraz sakinleşeyim, kendimle ilgileneyim. Yoksa beni benden çıkaracak bu stres ve yanında getirdiği o saçma sapan, kıtlıktan çıkma yeme manyaklığı. Fark etmeden neler gidebiliyor mideye, hayretler içinde kalıyorum. Hele de akşamları. Hoooop, bir bakmışım dünyalar midemde!

Tüm gün deliler gibi çalışmış beyine trafik ve üzerine de evde yapılacakları, planlamaları verince, uyuşuyor kendileri tabi. Zihin kendinden geçiyor, farkında olmuyor, sarhoşluk, şuursuzluk seviyesine düşüyor. Olanlar da, tam da o anlarda (ansızlıklarda!) oluyor.

Acilen, zihni kendine getirme, “an”’da kalma, farkındalık yaratma işlerine girişmek gerek.

Eve gelir gelmez, 5 dakika bile olsa meditasyona oturayım ben. 

2 dakka bir sessizce oturup, nefesine odaklanmak, sakinleşmek, gelen giden düşünceleri gözlemleyebilmek, o düşünceleri sahiplenmeden, içlerine girmeden, uzaktan tanık olmak… Hepsi bu!




Bir Yoga Hocası olarak ben Lotus’ta oturuyorum elbette! Hani şu bağdaş kurduğun, ama bir şekilde bacakların birbirine girdiği, ayakların yukarıda, üstte kaldığı, ünlü Yoga oturuşu, Padmasana.  :-p




Yok, be yahu! Şaka! Kolu bacağı kırmanın hiiiiç alemi yok. Kolayca o poza girebilen varsa girsin elbette. Ama bu, “Lotus yapan en aydınlanmıştır!” anlamına gelmiyor. Sandalyede oturan çooook daha derin meditasyonlara dalıyor olabilir. Yoga duruşlarında, o fotoğraflarda gördüğümüz en uç noktadaki pozlara ulaşmaya odaklanmak yerine, o duruşu daha denerken bedeninde ne hissettiğine ve bedenin enerjetik boyutundaki değişimlere bakmaktır mesele.



Son aldığım eğitimden de edindiğim en önemli çıkarım, (ha evet, onca işin arasına bir de eğitimler sıkıştırıyorum) akıştaki bütünsel bedene ulaşmak, yavaş, hatta daha da yavaş hareketler ile ve limitlerini zorlamanın aksine, minik akışlar ile mümkün. Yani, zorlamadan daha kolay aşabiliyorsun limitlerini aslında. Neyse, bu Feldenkrais konusu çok uzun, ben konuma döneyim.

Demem o ki, meditasyon, öyle korkulacak veya büyütülecek bir şey değil. Nasıl oturduğunun önemi yok. Oturabildiğin en rahat şekilde otur (yatsan da olur da, uyuya kalacağın kesin olduğundan oturmak en iyisi) ve meditasyon boyunca hareket etmemeye çalış.

Yalnız minder önemli. Totomuz rahat etmeli. :-D

Doğal karabuğday kabuğu dolgulu benimkisi. Hem totomun şeklini alıyor, hem de çökmüyor, hava sirkülasyonu da sağlıyor. Tüm diğer dolgu malzemelerinden çok daha dayanıklı ve uzun ömürlü. Pahalı bir şey de değil.



Evi yenileme işine girmişken, koltukları, yatağı, yastıkları karabuğday kabuğu dolgulu mu yapsam?
Haşır haşır, biraz ses olur kullanırken ya…

Bu karabuğdayın dışı da içi kadar kıymetli demek ki. İçinde buğday geçiyor ya, yakından uzaktan yok alakası aslında. Kuzukulağıgillerden, bitkinin tohumsu meyvesi.

Aleksandra, bana yıllar önce гречка (grechka) diye getirmişti, “Her şeyin yanında haşlayıp yeriz. Biz bunun sayesinde inceciğiz.” demişti de, pişirip de denememiştim bile. O zamanın cahil aklı işte.

Glütensiz, alkali, protein zengini (tüm esansiyel amino asitleri içeriyor), pembe GI’lar arasında, lif kaynağı, antioksidan, magnezyum ve demir zengini bir süper yiyecek. Tibet’ten çıkma olduğunu ve Ayurveda’da diyabet ve obezite tedavilerinde kullanıldığını öğrenince de çiğ çiğ yiyesim geldi.





Böyle yiyeceğini, nereden geldiğine kadar, derinlemesine araştırınca, ona iyice bakıp, koklayıp, onu doyasıya seyreylerken nerede, nasıl yetiştiğini -toprağı, havayı, bulutu, güneşi, yağmuru, rüzgârı, doğa anayı-, sofrana gelene kadar geçirdiği evreleri, onu toplayanı, getireni, pişireni, hepsini düşündükçe muazzam bir farkındalık doğuyor.

Hem de öyle bir farkındalık ki bu, bırak makinelerden geçmiş, rafine edilmiş, boyalar ve kimyasallar eklenmiş, paketli ikincil yiyeceklerden uzaklaşmayı, doğadaki haliyle, o ana, birincil yiyeceklere koşuyorsun. Yemek üzere eline aldığın, önüne koyduğun her yiyecek içinde güneşi, doğayı arıyorsun. Her ısırıkta, o tarladaki esintiyi hissetmek, yağmuru damağında tatmak istiyorsun. Toprağın şifasını tüm duyularınla; görüp, dokunup, koklayıp, tadıp, doyarak; içine alıyorsun.

Bir baktım, buzdolabımı ağzına kadar taze sebze ve meyveler ile doldurmuşum.



“Düşün de YE!” fikrine odaklandıkça ete ve ürünlerine de bakışım değişmeye başladı sanki.

Greenpeace’in “Sağlıklı ve çevre dostu bir üretim yapmadığı sürece tavukçuluk sektörünü soframıza buyur etmiyor, bahanelerini ve ürettiklerini yutmuyoruz” dediği “YUTMAYIZ!” (http://imza.greenpeace.org/yutmayiz?b) kampanyasını imzaladığımdan beri, tavuk yememeye çalışıyordum da, yumurtaya, ete, Bayramoğlu dönere hayır demiyordum. Yememeyi aklımdan bile geçirmiyordum.

Soframdakilerin nereden geldiğini tüm duyularımla hissetmeye, yaşamaya çalışırken, bunu konu et olunca, yapamıyorsun. Onu bulduğuna şükredemiyor, minnet duyamıyorsun. Olmuyor!

Ankara armuduna şöyle dikkatlice bakınca ağzının suları akmaya başlıyor da, tavuğa, koyuna bakınca, onu yemek geliyor mu insanın içinden gerçekten de? Ruhumuza iyi gelen, onları hoplayıp, zıplarken, koşarken, yaşarken seyretmek değil mi?

O kaybettiğimiz doğal içgüdülerimizde hayvan yemek yok sanki.

Vejetaryen mi oluyorum ki?!


13 Aralık 2015 Pazar

inziva^ya gittim. Gelicem.


Yaw meğer ne boyumu aşan işlere yazdırmışım kendimi. Bittim resmen. Ama ne bileyim canım ben, neredeyse her haftasonu, Cumartesi ve Pazar, sabah 09:00'dan akşam 19:00'ya kadar dersin yanı sıra, bir de her gün yapılası 2 saatlik pratik ödevi ve de bir kaç saat Anatomi çalışmak gerektiğini...

Ama canım, niye her şey hep çalışmayanlara hedefli yapılır ki?!!! Yazık değil mi biz #beyazyakalı/lara! Hobin ile ilgilenmek, kendine zaman ayırmak, hayatına bakmak için, ya Ev Hanım'ı, ya henüz öğrenci, ya da freelance veya part-time çalışan kadar şanslı olmak gerekiyor.

Ben gibi bir kaç daha full-time çılgını gelmiş katılmış bu yoga eğitimine. "Ama benim ödevleri yetiştirmeme imkan yok. En erken 20:00'de gelebiliyorum evime!" diye ağlayan, o biz çalışan azınlığa, garip garip bakan diğerleri... (Bunlar hep, zamanı olanlara olan kıskançlığımdan. :-ppp)

Zira ben, o bir hafta izni de alacağım diye, son 2 haftadır, en erken 22:00'da çıktım işten. En korkuncu, zihnin deli iş yoğunluğunda koşturmaya, yetişmeye çalışırken, bedenin masa başında öylece oturuyor olmak zorunda kalışı. Halbuki, stres anında bir koşmak, bir yürümek, bir hareket etmek gerekiyor. Ahhh, o zavallı bedene ne zararlar yükleniyor...
Tüm hastalıkların sebebi, tam da bu yaşanan durum işte...


Tüm bu zorluklar ve yoğunluk bir yana, içine girdiğim bu felsefe derinliklerine daldıkça dalasım var. Bıraksalar da, hiç çıkmasam... Öğrendiğim en ufak detay için bile nasıl mutluyum anlatamam.
Muazzam bir ışık açıldı sanki... Beni çağıran.





Ve en büyük tecrübelerden biri de, yarın sabah başlıyor...
İnziva'ya gidiyorum.

Bütün gün Yoga ve doğa içinde olmak... <3 <3 <3
Kendimle; zihin ve bedenimle baş başa... <3 <3 <3
Vegan ve glutensiz, sevgi dolu hayat... <3 <3 <3
Ve tüm dünyadan uzak, her şeyden uzak... <3 <3 <3

Ve en zoru, en az 2 telefonla yaşayan bir Beyaz Yakalı için, o telefonlarsız olmak olacak galiba.

Müthiş bir deneyime açılıyorum. 

Dönüşte görüşmek üzere... <3 <3 <3

Namaste... <3 <3 <3








8 Kasım 2015 Pazar

"Gerçek Bedenler", Victoria Secret Melekleri'ne karşı


Yoksa, Victoria Secret Melekleri, "Gerçek Bedenler"'e karşı, mı deseydim?

Milyonlarca kadına satış yapan, iç giyim pazarının %35'ini kontrol eden Victoria's Secret markasına, Büyük Beden modeller tasarlaması üzerine baskılar gün geçtikçe artıyor (Victoria's Secret'in en büyük bedeni XL ya da 42). Change.org'da açılan son çağrılardan biri de, Victoria's Secret Melekleri'ne, gerçek bedenli Melekler'in de katılması üzerine.

Tüm bunlar konuşulurken, 10 Kasım, Salı günü yapılacak olan dünyanın en seksi, en çok konuşulan defilesi, Victoria's Secret Fashion Showson dakika haberleriyle moda gündemini şekillendirmeye devam ediyor. Podyumda, Adriana LimaAlessandra AmbrosioBehati PrinslooCandice Swanepoel ve Lily Aldridge başta olmak üzere, yeni melekler Elsa Hosk, Jac Jagaciak, Jasmine Tookes, Kate Grigorieva, Lais Ribeiro, Martha Hunt, Romee Strijd, Sara Sampaio, Stella Maxwell, Taylor Hill yanısıra Victoria’s Secret PINK modeli olarak Gigi Hadid olacak. Haftalardır dedikodusu yapılan, Kendall Jenner’ın Victoria’s Secret podyumunda yürüyüp yürümeyeceği de nihayet kesinleşti. Kendall Jenner, bu haberi 20. doğum günü hediyesi olarak kabul ederek Victoria’s Secret’ın resmi duyurusunu Twitter hesabından retweet’ledi.

Bir başka son gelişme de, Victoria's Secret Fashion Show'un 20. yılında, şov gecesi sahne alması beklenen Rihanna'nın performansını iptal etmesi. Selena Gomez ve The Weeknd ile birlikte, Rihanna yerine, Melekler'e Ellie Goulding eşlik edecek.








Görünen o ki, markanın podyumlarında "gerçek beden" bir Melek henüz yer almayacak. Ancak, ona karşı yürütülen anti- kampanyaların devam edeceği kesin.



Victoria's Secret "A "Body" for Everyone"




Dove "Real Beauty"



Lane Bryant "I'm no Angle"




Huma Qureshi - Femina Magazine



Şirketler (ya da, kapitalist düzen deyip, şöyle doyasıya saydırmak var da :-p) biz kadınların şeklini şemailini belirlemeye devam ederken, 1990'ların "Heroin Chic" güzellik anlayışından sonra bu günlere gelebilmek bile büyük bir şey hani. Gençlik yıllarımın saçma sapan diyetlerle (diyet tarihim burada) heba olmasının sebebi, ahanda Kate Moss'un şu pozdur yani.



Calvin Klein "Heroin Chic" 1990s





ALDA Models - Vogue Kasım 2014



Benim en kızdığım şey, o dünya markalarının bizleri standartlaştırmak isteği. Ülkemizin de başına eklenen bu "Yeni" dünya düzeni, hepimizin, bedenen ve zihnen, fabrikasyon olmasını hedefliyor. Robot misali herkes tek tip olsun!!! Burun aynı, göz aynı, boy aynı, pos aynı, en aynı endam aynı; zihin de tamamen kapalı...






Yaw halbuki, hepimiz birbirimizden yapısal olarak o kadar farklıyız ki. Bırak bize öğretilen o elmadır, armuttur vücut yapısını, parmak izi kadar, kemiklerimiz de tamamen farklı. Her birimizin kendine özel vücut yapısı ve birbirine benzemez kemikler sitemi var. Her birimiz ayrı ayrı birer, emsalsiz, mucizeleriz. (Yoga Anatomisi derslerinden yeni öğrendiğim, aklımı başımdan alan, beni bambaşka yerlere götürecek bilgiler bunlar. Yogaya derinlemesine dalmalardayım. Haftasonlarımın da deli yoğun geçişi, bu Yogini yolculuğumdan. ;-))





Yok yok, konuyu "iç güzellik" ile bağlamayacağım. Tek hedefi kar etmek olan tüm bu şirketler, beynimizi "o gerçek, öbürü yalan" ile yıkamaya devam ededursun, ben sağlık dünyasının, kadın bedenin şekli için dediklerine bakacağım.

Bir kere, ince insanların çok çok daha az sağlık riskleri taşıdığı gerçeğini bir yeniden hatırlasak iyi olur. Sıskalar uzun yaşar.

Kadın vücudu deyince, yağ oranı pek önemli; şu yazımda yazmıştım detaylısıyla. İşte şekil de tam orada devreye giriyor. Sağlıklı yağ oranı da yetmiyor, onun çekici oranda vücutta dağılıyor olması gerekiyor.

Sağlıklı kadın vücudu şekli, belin totoya oranının (Hip-To-Waist Ratio; WHR) yüzde 75 civarlarında olanı.


Mayo Clinic


Bu oran dışında, bel çevresi tek başına sağlık açısından çok çok önemli. Yine Mayo Clinic'in yaptığı çok çarpıcı bir araştırmaya göre, bel çevresi 95 cm olan bir kadının ölüm riski, beli 70 santim olan kadından tam %80 daha fazla!!!









2 yıllık incecik bedenli hayatımdan sonra, erken menopozun yol açtığı insülin direnci, üstüne hortlayan Hipotiroidi (nasılı detayı şurada) ve hepsine inat, bıraktığım sigara ile büyük bedene doğru yol alıyorum şimdi. Diyeceğim o ki, 2 bedende de şekil bulmuş bir insanoğlu olarak, üzerindeki ihtiyacından fazla kilolar, sırtında ciddi yükler oluşturuyor. Hareketlerin bile ağırlaşıyor mesela. Çevik gibi sıçrayamıyor, fırlayamıyorsun hani. Kasa ağır çekiyor yani. 

Bu beden, o 2 ayak üzerinde durmak ve yürümek için yaratıldıysa eğer, boynunda eğilme, sırtında sızı, eklemlerinde ağrılar ve kasık aranda pişikler, saçma değil mi? Evet pişik dedim. Yürümeye çalışırken, bacakların birbirine sürtmesi, yürümene engel olması, beni en deli eden fazlalık. Biraz ayakta fazla durdum mu, çektiğim ayak ağrılarını anlatamam. Üst bedenin ağırlığından, belim de çokça kendini hatırlatıyor şu ara. Totomu koltuktan kaldırıp, harekete geçmekte zorlanıyorum resmen.







Oysa beden, hareket etmek istiyor...






Netice itibariyle, sağlıklı bir kadın vücudu, rahatlıkla hareket edebilen, ince belli bir şekle sahip olanıdır.


E ben de o halde, en iyisi mi, yavaştan bir harekete (şuradaki "Her daim Aktifim! ;-)"'li) geçeyim. Değil mi?! ;-)







15 Mart 2015 Pazar

6 hafta incelten Yoga 4. Hafta


Oyyy ne haftaydı be! Geç saatlere kadar işte veya partilerde (:-p) olmak yordu vesselam. Geç saatlere kadar süren iş yemeklerine ve gece yapılan lansman partilerine karşıyım arkadaş! Bak ben de lansman düzenleyeceğim. Hiç gece gece yapıyor muyum? 10:30 gibi başlayan bir brunch planlıyorum. Şöyle şahanesiyle Akdeniz'den ne varsa. Gustoso... :-)

Vay anasını! "Parti yok mu?" diyen kıza ne oldu acep? Yaş mı kemale erdi, yoksam gerçekten de Sağlıklı Yaşam Tarzı canavarlığından mı bu?

Cumartesi akşamı dost buluşmasını da bugüne Pazar Kahvaltısı'na çevirdim ya! Allah Allah yani...

Anladım... Hepsi benim bu "CHICK olacağım!" heveslerimden... 
Olacağım da! Bu besbelli! Zira sabah sabah bir ölçüler alma durumuna girdim de, genişleme durumlarını durdurmuşuz da, yarımşar santim de incelmişiz hani!!!!!!


Yee yeeeee yee... Çıtır Çıtır! :-DDD




Ohhhhh be!!!!!


Şimdi, gelelim şahanesiyle haftanın incelten yogasına...


Tüm vücut inceliyor bu hafta; hem de zorlayan dengeli mengeli hareketler ile... Güzeeeellllll....




Tüm hareketler diğer tarafa da yapılır. Toplamda her iki yana 3 tekrarla bitirilir.

Yalnız, ben geçen hafta yeterince yogaya doyamadım. Bu yüzden bu rutine başlamadan, bir gün 1. hafta "İncecik bir Bel"'i, diğer gün 3. hafta "İncecik Bacaklar"'ı yapayım önce. ;-)

Şahane oldu!





9 Mart 2015 Pazartesi

6 hafta incelten Yoga 3. Hafta


Doktor kontrolündeyim.

"Hocam, bu HORMON REPLASMAN TEDAVİSİ (HRT) gerçekten gerekli mi?"
Gerçi ben tüm araştırmalarımı yaptım elbette de, aklımda ne varsa, her şeyleri netleştireyim açılış sorusu bu!

"Tüm dünya, HRT'den yana!" ile başladı hoca. Uzun uzun anlattı. Ben sordum o cevap verdi! "Cildin için" dedi. "Tip olarak, osteoporoz'a pek yatkınsın" dedi. "Hafızan için" dedi. Onu duyunca tırstım. Allah muhafaza... Beyin olmayınca, en şahane beden olsa neye yarar!

"Hani bazen, eksikliğini görür de ek olarak Vitamin desteği alırız ya." deyince, ben de gururla "Evet Hocam. Mesela D vitamini alamıyoruz yeterli bu kış zamanlarında. Ben onun peşindeyim yani."

"Aferin sana. Hele senin için çok daha önemli artık." ile nasıl böbürleniyorum, sorma.

Velhasıl ben ikna oldum sonunda. Bu Trisequens artık hayatımın bir parçası olacak!

Derken Hocam bana doğru yavaşça, "Yalnız, kilo yapar! Eh, gördüğüm üzere de sen o kiloyu almışsın! Biraz dikkat etmelisin ama!" demesiyle, ben: "Öyle kolay mı sanıyorsunuz! Siz benim ne çektiğimi biliyor musunuz? Her gece aç yatıyorum. Gece boyunca süren mide gurultularımdan, yakında komşulardan şikayet gelecek! Ofis içinde, günlük adımlarımı tamamlayacağım diye, adım "dolanan deli"'ye çıktı; karizma sıfır! Hayır yani, bu hormonları siz erkeklere yutturmalı! Totonuz genişlesin de görün gününüzü! "Eyvahlar olsun"'u yaşayın da, bir daha konuşuyor musunuz göreyim sizi! Bir kerecik halleriniz gelsin, hatta bir türlü gelemesin de, o taşıdığınız yüreğe nasıl anlayış düşüyor görürüm!!!" diyemedim tabi...

Prof. adam, okumuş, hürmet sonsuz... Da, gözlerimden ne fışkırdıysa artık, gülümsedi nazikçe... Elini sıktımmmmmmmmm, çıktım kapıdan...

Nasıl sinir bastıysa, 10,000 adımı tamamlamışım Nişantaşı sokaklarında... Eve gelmemle Yoga'ma koyuldum... ve günlerdir duramadığım Half Moon'da durur buldum kendimi!





Sinirlenmek iyi bir şey demek ki!!! :-DDD


Bu hafta pek zorlu geçecek. HQ'dan en tepe amcalarımız, memlekete geliyor. Diken üstündeyiz. Her şeylerimizi hazırladık da bir de 4 dörtlük misafirperverliğimiz var tabi. Gece gündüz birlikte olacağız.

Çarşamba akşamı da Grazia Türkiye'nin lansmanı var. Ohhhh, dergi piyasası karışacak! :-p


Yogamıza gelelim... Ollleeeeyyyy bu hafta incecik bacaklarım olacak! Ve üstelik süper kolay!




Aynı rutin, diğer tarafa da yapılır! Ve yapabiliyorsan 2'şer kez daha tekrar edilir.

BENİ SİNİRLENDİRMEYİN!!!!! :-ppp

25 Ocak 2015 Pazar

bu tarz benim


Bronşit olmuşum yahu! Ama kendim ettim. Hafta sonu, cini içinde güneşe aldanıp tüm gün sokaklarda geçirip, ohhh bol buzlu "bir büyük"'leri de devirince, e tabi, sağlıklı beslenmeye ve alkali suyumu eksik etmediğimden beri hastalanmıyorum ya hiç bir de, "bana bir şey olmaz" havalarında, kaptım şifayı. E bi de, geçen hafta çok yoruldum doğrusu, öyle böyle değil. Günde 3 saatlik uyku anca. Eeeeeee, bedenin dinlenesi geldi zaar.

Pazartesi ofise girmemle acile doğru yola koyulmam bir oldu. Serumu yeyip, tüm gün mışıl mışıl uyumuşum. Ertesi gün farkına vardım ki, raporluyum, hafta içi ve ben evdeyim. Olleyyyy.. (Bu bir: Zavallı #beyazyakalı tepkisidir!).

Kitaplarımı aldım, battaniyemi, çorbalarım, bolca limonlu sularım, çaylar ve pastalar (hastayım ya!)...
Pek kitap okuyacak halim yokmuş meğer, televizyonu açtım. Dizi, film, kanal kanal zaplarken Show TV'de kaldım. Bu, "Bu Tarz Benim" de, jüri başka. Hem de kimler kimler; duayen Cemil İpekçi mi dersin... Hürriyet Moda editörü Sibel Arna da orada... Umut Eker var. E o Serdar Ortaç'ın eşi Chloe değil mi? Ne hoş hatun ama... Türkçesiyle de pek şeker...

Ya bu arada, ben "Bu Tarz Benim"'i demin bir yerde daha görmedim mi? Dur bakayım; evet TV8'de de var. Bu tekrar mı dedim de, araştırınca ne öğreneyim: Olaylar olaylar... İş hayatında olunca, böyle, hayatın asıl konularını kaçırıyorsun maalesef! :-p

Meğer Acun Ağabeyimiz transfer etmiş, tüm programı jürisiyle. Show TV de geri kalmamış, bilirkişi adamları toplamış. Kendisini tarzıyla pek beğendiğim arkadaşımız Öykü Serter'in karşısına rakip olarak da Ebru Akel'i getirmiş. Hayır, aynı isimle iki ayrı kanalda, aynı program! Pes! Kapışma çok büyük! Hepsi birbirinden güzel yarışmacı kızlar; kimisinin çenesi fena da; bu rayting savaşlarında heba olmasalar bari.






Tarz, yani stil denilen şey, iç dünyanı dış dünyaya haykırmak. Bir nevi özgürlük aslında. Kişiliğini, belki de kimliğini, içinden geldiği gibi sözsüz ifade etme şekli. Dolayısı ile, klişe olsa da, giydiklerinin yanında, hareketlerin, konuşman, yürüyüşün, yani seni dış dünyaya ifade eden ne varsa, hepsi ile bir bütün. İşte, Cemil İpekçi de, tam buna göre yorumlar yapıyor. Kişiliğin yansımasına tarz diyor. Seviyorum kendisini. Sibel de İvana da Umut da uzmanlıkları ile vücut proporsiyonlarına uygun giyinmeye yönelik bilgilerini paylaşıyorlar. "Boyu kesmek" diye bir tabir var mesela. Diğerleri, kendi zevklerine göre değerlendiriyorlar kanaatimce.

Bana kalırsa, tarz, renkler, zevkler ve tatlar gibi tartışılmaz, hatta yorum da yapılmaz. Bırakın kim nasıl, ne şekilde giyinmek istiyorsa giyinsin be yaw. Beğendiğine "ne güzel olmuş, pek güzel yakışmış" der, muhabbetine göre "nereden?" ile devam edersin. Beğenmediğine de bakmaz, geçersin.
Güzele bakma ya sevap, e beğenmediğine de kötü demek, olsa olsa, günaaaaaaahhhhh...





Yalnız, her Allah'ın günü yeni bir şey giymek, üstelik kombinli mombinli, hiç kolay iş değil. En az 13 hafta mı sürecekmiş neymiş bu program. Bir de galalar oluyor her hafta anladığım kadarıyla. Amanın... 78 gün ediyor... Artık 78 gün boyunca kim dayanırsa...

Bir de, "concept" diye bir olay var! Günübirlik pizza yemeye, İtalya'ya gidenler mi dersin?! Diğeri, LA sahillerinde yürüyüşe çıkıyor! Mankenlik ajansına, taksi ile görüşmeye gideni var! Öbürü, ajans sahibi olmuş, "kızları" ile yemeğe çıkıyor!

Velhasıl, "Nereye gidiyorsun?"'un cevabı pek mühim! İvana şiddetle sorguluyor!

Nereye mi gidiyorum?

Her Allah'ın sabahı, aynı yoldan, aynı trafik eşliğinde, aynı insanlardan oluşan aynı iş mahali, aynı ofise gidiyorum İvana! :-p

Ne yapayım? Nasıl yapayım? Bir akıl verin canım bana!

Pazartesileri "Managment Meeting"'lerinde, "Durum vahim! Alarm çalıyoruz!" ifadesi için kırmızılara mı bürüneyim? Ya da, "Aman benim Canım Country Manager'ım, bana bugün hiç bulaşma, geç beni!" der yeşil kombinlere mi gireyim? Bütçe toplantılarına, Euro baskılı t-shirt'ler ile mi gideyim?! Ne edeyim?

Gerçi, bu plaza aleminde, her gün yepyeni bir "outfit" ile gelen arkadaşlarımız var. Kuaförden çıkma saçlar, sabahın köründe... Hayır, ben daha gözümü bile açmış olmuyorum ofise girdiğimde. Arabam öğrendi yolu, o kendiliğinden gidiyor. Otoparkta durunca, "hadi geldik" diyor. Asansörde çıkarken "5 dakka daha"'ya devam ediyorum ben...
Ojeler bile her gün değişiyor, kombine göre. Her gün o bilmem kaç pont topukluların üzerinde...
Bana çanta değiştirmek bile zulüm.
Hayır, bunca ojeye bile para yetmez, nasıl yetişiyor bilemedim ki...
Ama, takdir etmek lazım gelir. Hatta önümü ilikler, eğilirim de. 



Bizde durum şöyle:

Pazartesileri için yolumu buldum. Pazar günü ne giyiyorsam, Pazartesi de o. Pazartesi sendromlarını böyle atlatıyorum. Ofistekiler ne bilecek ne giydiğimi hafta sonu değil mi yani?. :-p




Ama diğer günler basıyor bana o "Yarın ne giyeceğim?" kabusu.





Cuma gelince de, elime ne geçerse... Bıraksalar eşofmanla gideceğim, yeminle...




Hele bu ara, kendimden memnun olmamaktan, dahası üzerime o 36 bedenlerin olmayışından, tarz fix: Çeşitli taylar üzerine, hava durumuna göre uzun t-shirt veya uzun sweet-shirt, üzerine de yine uzun salaş bir hırka. Ayakta bot veya hiç vazgeçemediğim UGG'lar. Boyunda kocaman bir şal veya metreler boyu atkı. Bu.






Ah ahhh... Benim içimde bir Carrie Bradshaw var da aslında...




























...da, yüzeye çıkamadı bir türlü!!!

Zorla çıkarmak mı lazım acaba?!!!!!!!!

Eureka!!!! (veya 'Heureka'; Yunanca: εὕρηκα/ηὕρηκα, Evreka şeklinde okunabilir) :-ppp

Tam istediğin gibi olsan da şöyle, neler giymezsin ki sen!!! Carrie de Bradshaw da alt eder yanında! :-P
Cümle alem "tarzsın" diye haykırır, o baş parmaklar, kuşlar muşlar göğe ulaşır valla...
Heyyyttttt... :-p





Hayal gücün kurumuş senin! Harekete geçir şu bilinçaltını, da!

Çak şöyle sosyal alemde bir Bikini tarzı, #butarzbenim 'li şahane bir "outfit", bir "look"! Beyninin o altındaki zatı muhterem, kendine gelsin, canlansın şöyle ya!





Akşam eve gelince olsun, tam da işten trafikten bunalmış olduğun, "off bugün de halim kalmadı", "bir şeyler mi yesem" türlü şeytana uymak üzere olduğun o anlarda... Hayaline, bir kere girdin mi işin, motivasyon çıkar doruklaraaaaaaaaaaaaaa...


Açılıııııııınnnnnnn...
Çekiliiiiinnnnn...
Sosyal alemin yeni #tarz fenomeni geliyoooooor... 
Tutmayııııınnnn...
:-ppp :-DDDDDDDDDDDDDDDDDD









Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...