yoga etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yoga etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Mayıs 2017 Pazar

Egosuz Bayramlar!


Önümde kapılar açılıyor. "Buyurun Prensesim." diyor.
"Ne yemek istersin?", "Senin için şarabı da sevebilirim.". Mum ışığında akşam yemekleri...
"Huzur'unu çok özledim. O minik ellerini de."
"Sana bunları nasıl yaptım? Aklımı yitirmiş olmalıyım!"
"Seni bu kadar üzdüğüm için, kendimi affetmeyeceğim!"
"İzin ver, beni tekrar sevmen için elimden geleni yapayım."


Q Lounge - D-Marin Göcek


Bu benim danadan, böylesine itiraflar, bunca nezaket, incelik???

Bende Ego tavan!

Ortam zaten şahane... Nasıl keyiflerdeyim, sorma gitsin...




D-Resort Göcek Mayıs 2017





D-Marin Beach Göcek Mayıs 2017



Sonuç: Bayramda, baş başa bir tatil daha yapacağız. O zamana kadar da flört-ing. ;-)





O değil de, yine sahillerde olacağız. O göbekten, yanlardan ve en korkuncu da sırttan fırlayan yağlarla, o sağlıktan çok uzak vücutla, deniz, kum, güneşlere akamam! Yooooooooo... Toparlanacak o bölüm!!!

Yanlış anlaşılmasın, ben her halimle dünyanın en seksi hatunuyum, o ayrı da, 90'lık olduğumda da o sağlık dolu çekicilikte olmak var.


Nasıl da konu kendime döndü?! Süperim. 
Her zaman, her yerde, her koşulda, her şekilde; ÖNCE BEN! ;-)
Efendim? Bencillik mi?
Kendini sevmeyen, kimseleri sevemez!
Ayrıca sen kendine bakmazsan, kimseler de sana bakmaz!



Yaw, insan depresyona girince bir erir, kilo verir. Yok anam, bana her şey yemek için vesile:

"Aldatıldım, öfkeliyim, geberticem; ama dur önce bir yiyeyim içeyim...
Sürünüyor pislik 5 aydır, yalvarıyor. Ohhh keyiflendim, dur bir şeyler yiyeyim içeyim...
Çok stresteyim, aman yiyeyim içeyim...
Pek mutluyum; aman yiyeyim içeyim...
fi'nin 9. bölümü çıkmış; aman yiyeyim içeyim...
Bu memleket ne olacak?; aman yiyeyim içeyim...
Mevsimleri de bozduk, yaz gelmiyor; aman yiyeyim içeyim...
YİYEYİM de İÇEYİM!!!!"

Bu nedir?!!!!

Oran da sarkar, buran da!!! Bırak 90'nı, 60'ını göremezsin, ben sana diyeyim!!!!!!

Ne oluyorsa, akşam hava kararınca oluyor! Gündüz saati, iş yerinde, ofiste, iyi hoş, ala her şey, ev gelip, hava kararınca, canavar çıkıyor içimden. Masumca başlayan, hazırladığım dip sosa bandığım Çengelköy salatalıkların yerini, bir anda, beş parmağımla ağzıma tıkadığım cipse, ne zaman bırakıyor, anlamıyorum!!! Karanlıkla birlikte "karbonhidrat"'a susamış bir kurt kadına (ayı desek daha doğru olacak) dönüşüyorum!

Kendine not: Yalnız Bikiniciğim, hayvancıklara çok ayıp ediyorsun. Haklarını pek yedin şimdi. (Her şeyi ye sen zaten!). O hayvancıklar sadece acıkınca yer bir kere. Doyunca da bırakırlar. Senin tam aksine, onlar bedenlerini dinleyebiliyorlar.




Bütün ofisi sen gaza getir, herkesler cillop gibi sağlıklı beslenmeler, aktif yaşam hareketlerinde olsun; sen akşam eve gelince sapıt, kudur! Ve tüm mesele de şu akşam akşam ne yeyip içtiğinde ya!!!! Hele hele bunca hormon dengesizliği (insülim, tiroid, östrojen) yaşayan sen için, bu resmen bir intihar!!!

Akşam yemeğini, düşmanlarına bırak.
- Çin Atasözü


Bir insan kendini bu kadar sabote edebilir mi?!!! Sabote etmek deyince, şimdi çaktım! O beni sapıttıran, kudurtan, yolumdan alan, beni sabote eden, içimdeki düşman, EGO'dan başkası değil! O çok fazla endişelerin, korkuların, acıların kaynağı iç sesten, bahsediyorum. Değişim onun için belirsizlik demek olduğundan, "ben böyle rahatım." diyor ve engel oluyor. "Başaramazsam" korkusu var. Kurban rolünü sever. "Kabul edilmeme", "sevilmeme" endişesi...

Bilinçaltında neler dönüyor neler?! Aslına bakarsan, egonun kötü amacı yok. Seni "aklınca" korumaya çalışıyor; tehlikelerden, öğretilerden, algılardan!!! Toplum kuralları, inançlar bir yandan, kendi yaşadığın travmalar diğer yandan... 
"Kadın olmak" başlı başına bir "tehlike" bizim toplumda zaten. Ego, seni korumak için, "çekici bir kadın" olmaktan uzaklaştırıyor belki.
Çocukluğunda tek ilgiyi hastayken gördün, o yüzden ego bedenin iyileşmesine izin vermiyor belki. 
Ha, doğal döngün olan adet döneminde "kirli" sayıldığın için, bedeninden uzaklaştın, suçluluk hissettin. PMS'lerin sebebi de budur belki.

O kadar çok şey yaşıyoruz, o kadar çok şey taşıyoruz ki... Sadece çocukluktan gelenler olsa yine iyi, genetik miras, özellikle anneden gelenler, üzerinde yaşadığımız topraklardan aldıklarımız... Ego, hangisi ile nasıl baş etsin? Ona bir yardım eli uzatmak gerek.






Yoga, meditasyon; işte tam da bu işe yarıyor: O seni sabote eden, farkında olmadığın, negatif iç sesin farkına varmanı sağlıyor. Sessizlik içinde, o düşünceleri uzaktan izliyorsun. Bir bakıyorsun aslında güvendesin. Ne endişe edecek, ne de korkulacak bir şey var. Derken, kendini sabote eden o düşüncelerden özgürleşiyorsun. Bedenin bilgeliği de mucizeler yaratmaya başlıyor. Seni destekleyen iç motivasyona da kavuşuyorsun. 





Velhasıl, ben bile bunları unutmuşum işte. Ego, dramaya bayılır. "Değersizim"'e de tutundu mu, seni al aşağı eder. E biz de azcık kapılıp gitmişiz demek ki.   

Şuanda vardığım bu farkındalık ile bir aydınlanma anı yaşıyorum.
Koşasım geldi resmen.

Sabahları, meyvelerimi, öğlen dev salatalarımı ve akşamları da yeşil sebze sularımla, coşarım şimdi.
İşten eve gelir gelmez, önce meditasyona oturur, sonra da doğruca planka geçerim.
Biraz yürüyüş eklerim belki.
Sassy Su da iyi gider.
Akşam yatarken de elma sirkeli alkali.
Uyanınca sabah yogası da yaparım, hani.
Sabah akşam güzellik bakımlarım...

Ohhh be, kendime geldim.





Kilo: 60,4
Bel: 73 cm
Bayram'a var 26 gün.





26 Mart 2017 Pazar

Hadi bahar, göster yüzünü!


Tüm dünyayı bulanık görüyorum. "Gerçeklik" algım bozuluyor. Hemen ertesi gün olsun diye, erkenden yatıyorum. Bazen düşünmekten, ilaçsız uykuya dalamıyorum. Ya da, gecenin bir saati fırlıyorum. Her şeyi unutmak için deli gibi içiyorum. Bazen de midem hiç bir şeyi almıyor. Hiç bir şey yapmadan öylece kalasım da var. Böğüre böğüre ağlayasım da. İşe nasıl gidiyorum, yurt dışına nasıl çıkıyorum, geri dönüyorum, hiç bilmiyorum.

Zaman bir geçse! O her şeyi unuttuğum gün bir gelse!




Ya, her şey yine benim içinse?!
21 yıldır 2 kişilik yaşıyorum, hatta hayatı ona göre kuruyorum. Her şeyi ona göre planlıyorum. Her şeyi ona göre yapıyorum.
Ya şimdi, kendime dönme zamanıysa?!
Her şeyden önce o yerine, kendimi koymam gerekiyorsa?!
Ya, sadece kendime odaklanmam ve kendi hayallerimin peşine düşmem gerekiyorsa?!
Ya bu, kendimi keşfetmem için, kendim için, büyük bir fırsatsa?!





Önümde kucağı her daim açık her şeyim Annem ve biricik kız kardeşim varken. Bir yanımda, dostum kızlar, diğer yanımda yogadaki güzel kadınlar. Bir kolumda Psikiyatrist Zuhal'im ve diğerinde avukat Esin'im var.
E, arkamda da binlerce başka müthiş kadın...

Böylesine güçlü bir kadın çemberi içindeyken, hayattan neden korkayım?!!







Elbette, çok ve çokça meditasyona ve yogaya da ihtiyacım var. Gözümde yaşlarla oturduğum meditasyonlar işe yarayacak, çok yakın.
İyi olacağım.







E bahar da gelmişken... 
Dönüşüm ve yeniden doğuşu, doğa ana bile desteklerken...






Ben, içimdeki o deli öfkeyi "kendimi sevme" gücüne dönüştürebilirim.
Ben, işime yaramayan, enerjimi sömüren, kafamdaki o deli düşünceleri bırakabilirim.
Ben, yaşama yeniden başlayabilirim.







21 Kasım 2016 Pazartesi

Düşün de YE!


Döner dönmez evde badanaya ve köşe kenarın elden geçtiği minik inşaatlara başlayacaktık. “Sağ olsun” kayınvalidem de gelince bizimle, kaldı her şey.

Duvarlar kese kâğıdından bir ton açık, tavanlar bembeyaz olsun, elektrik kabloları ortalıktan toparlansın, elektrik düğmeleri de yenilensin, banyoyu da olabildiğince yenileyeyim istiyorum. Ev kira.      Salonun halılarını değiştireyim diyorum, mutfak masasını da. Kitap odamı ve giyinme odamı tamamen yenileyeceğim zaten.

Tüm bu işlere girmeden önce de, komple bir ev hafifletme operasyonuna girişmek istiyorum. Her bir deliğe, köşeye gireyim, elden geçmeyen, dokunmadığım eşya kalmasın istiyorum. Dip temizlik yanında, istiflenmiş tüm eşyaları asıl sahiplerine ulaştırayım diyorum. Evde kullanılmayan hiçbir şey kalmasın istiyorum. Tüm ağırlıklardan kurtulmak istiyorum.



İstiyorum istemesine de, bir türlü işlere girişemiyorum. Plan bile yapamıyorum, çünkü sevgili Anneciğim’in ne zaman evine döneceğini bilmiyorum. Soramıyorum da. “Öyle yaparız, böyle ederiz” diyorum, yok. E havalar da soğuyor. Tüm bu aklımdakiler için, bir kere, badana öncesi için de, zaman lazım. Sabah 08:00 akşam 20:00 çalışıyorum. Yurt dışı programım da çıktı. Bir an önce başlamam lazım.

...

Geçmedi o bir ay.

Neyse, inşaat da badana da bitti sonunda çok şükür. Canım Aşkım Mamişkom yetişti. Kullanılmayacak, giyilmeyecek ne varsa verildi. Atılacaklar atıldı. Dip köşe kırklandı. Havası da enerjisi de mis oldu evin. Ohhhhh…



Giyinme odam ve kitap odamı yenilemek kaldı geriye. Onlar da artık yavaş yavaş. Gerçi zaten kitaplıkları ve gardırobu beğendim IKEA’dan da. Alması, taşıması, yapması, yerleştirmesi kaldı. Montajları kendim yapasım var.  Artık, yeni yıla girmeden bitireceğim inşallah. :-D



Yoruldum da. Koşturmaktan daha çok, “Ne zaman başlayacak? Nasıl olacak? Havalar soğudu! Her yerler ayakta!” telaşesinden. Beyin durmadı plan yapmaktan. Biraz sakinleşeyim, kendimle ilgileneyim. Yoksa beni benden çıkaracak bu stres ve yanında getirdiği o saçma sapan, kıtlıktan çıkma yeme manyaklığı. Fark etmeden neler gidebiliyor mideye, hayretler içinde kalıyorum. Hele de akşamları. Hoooop, bir bakmışım dünyalar midemde!

Tüm gün deliler gibi çalışmış beyine trafik ve üzerine de evde yapılacakları, planlamaları verince, uyuşuyor kendileri tabi. Zihin kendinden geçiyor, farkında olmuyor, sarhoşluk, şuursuzluk seviyesine düşüyor. Olanlar da, tam da o anlarda (ansızlıklarda!) oluyor.

Acilen, zihni kendine getirme, “an”’da kalma, farkındalık yaratma işlerine girişmek gerek.

Eve gelir gelmez, 5 dakika bile olsa meditasyona oturayım ben. 

2 dakka bir sessizce oturup, nefesine odaklanmak, sakinleşmek, gelen giden düşünceleri gözlemleyebilmek, o düşünceleri sahiplenmeden, içlerine girmeden, uzaktan tanık olmak… Hepsi bu!




Bir Yoga Hocası olarak ben Lotus’ta oturuyorum elbette! Hani şu bağdaş kurduğun, ama bir şekilde bacakların birbirine girdiği, ayakların yukarıda, üstte kaldığı, ünlü Yoga oturuşu, Padmasana.  :-p




Yok, be yahu! Şaka! Kolu bacağı kırmanın hiiiiç alemi yok. Kolayca o poza girebilen varsa girsin elbette. Ama bu, “Lotus yapan en aydınlanmıştır!” anlamına gelmiyor. Sandalyede oturan çooook daha derin meditasyonlara dalıyor olabilir. Yoga duruşlarında, o fotoğraflarda gördüğümüz en uç noktadaki pozlara ulaşmaya odaklanmak yerine, o duruşu daha denerken bedeninde ne hissettiğine ve bedenin enerjetik boyutundaki değişimlere bakmaktır mesele.



Son aldığım eğitimden de edindiğim en önemli çıkarım, (ha evet, onca işin arasına bir de eğitimler sıkıştırıyorum) akıştaki bütünsel bedene ulaşmak, yavaş, hatta daha da yavaş hareketler ile ve limitlerini zorlamanın aksine, minik akışlar ile mümkün. Yani, zorlamadan daha kolay aşabiliyorsun limitlerini aslında. Neyse, bu Feldenkrais konusu çok uzun, ben konuma döneyim.

Demem o ki, meditasyon, öyle korkulacak veya büyütülecek bir şey değil. Nasıl oturduğunun önemi yok. Oturabildiğin en rahat şekilde otur (yatsan da olur da, uyuya kalacağın kesin olduğundan oturmak en iyisi) ve meditasyon boyunca hareket etmemeye çalış.

Yalnız minder önemli. Totomuz rahat etmeli. :-D

Doğal karabuğday kabuğu dolgulu benimkisi. Hem totomun şeklini alıyor, hem de çökmüyor, hava sirkülasyonu da sağlıyor. Tüm diğer dolgu malzemelerinden çok daha dayanıklı ve uzun ömürlü. Pahalı bir şey de değil.



Evi yenileme işine girmişken, koltukları, yatağı, yastıkları karabuğday kabuğu dolgulu mu yapsam?
Haşır haşır, biraz ses olur kullanırken ya…

Bu karabuğdayın dışı da içi kadar kıymetli demek ki. İçinde buğday geçiyor ya, yakından uzaktan yok alakası aslında. Kuzukulağıgillerden, bitkinin tohumsu meyvesi.

Aleksandra, bana yıllar önce гречка (grechka) diye getirmişti, “Her şeyin yanında haşlayıp yeriz. Biz bunun sayesinde inceciğiz.” demişti de, pişirip de denememiştim bile. O zamanın cahil aklı işte.

Glütensiz, alkali, protein zengini (tüm esansiyel amino asitleri içeriyor), pembe GI’lar arasında, lif kaynağı, antioksidan, magnezyum ve demir zengini bir süper yiyecek. Tibet’ten çıkma olduğunu ve Ayurveda’da diyabet ve obezite tedavilerinde kullanıldığını öğrenince de çiğ çiğ yiyesim geldi.





Böyle yiyeceğini, nereden geldiğine kadar, derinlemesine araştırınca, ona iyice bakıp, koklayıp, onu doyasıya seyreylerken nerede, nasıl yetiştiğini -toprağı, havayı, bulutu, güneşi, yağmuru, rüzgârı, doğa anayı-, sofrana gelene kadar geçirdiği evreleri, onu toplayanı, getireni, pişireni, hepsini düşündükçe muazzam bir farkındalık doğuyor.

Hem de öyle bir farkındalık ki bu, bırak makinelerden geçmiş, rafine edilmiş, boyalar ve kimyasallar eklenmiş, paketli ikincil yiyeceklerden uzaklaşmayı, doğadaki haliyle, o ana, birincil yiyeceklere koşuyorsun. Yemek üzere eline aldığın, önüne koyduğun her yiyecek içinde güneşi, doğayı arıyorsun. Her ısırıkta, o tarladaki esintiyi hissetmek, yağmuru damağında tatmak istiyorsun. Toprağın şifasını tüm duyularınla; görüp, dokunup, koklayıp, tadıp, doyarak; içine alıyorsun.

Bir baktım, buzdolabımı ağzına kadar taze sebze ve meyveler ile doldurmuşum.



“Düşün de YE!” fikrine odaklandıkça ete ve ürünlerine de bakışım değişmeye başladı sanki.

Greenpeace’in “Sağlıklı ve çevre dostu bir üretim yapmadığı sürece tavukçuluk sektörünü soframıza buyur etmiyor, bahanelerini ve ürettiklerini yutmuyoruz” dediği “YUTMAYIZ!” (http://imza.greenpeace.org/yutmayiz?b) kampanyasını imzaladığımdan beri, tavuk yememeye çalışıyordum da, yumurtaya, ete, Bayramoğlu dönere hayır demiyordum. Yememeyi aklımdan bile geçirmiyordum.

Soframdakilerin nereden geldiğini tüm duyularımla hissetmeye, yaşamaya çalışırken, bunu konu et olunca, yapamıyorsun. Onu bulduğuna şükredemiyor, minnet duyamıyorsun. Olmuyor!

Ankara armuduna şöyle dikkatlice bakınca ağzının suları akmaya başlıyor da, tavuğa, koyuna bakınca, onu yemek geliyor mu insanın içinden gerçekten de? Ruhumuza iyi gelen, onları hoplayıp, zıplarken, koşarken, yaşarken seyretmek değil mi?

O kaybettiğimiz doğal içgüdülerimizde hayvan yemek yok sanki.

Vejetaryen mi oluyorum ki?!


29 Mayıs 2016 Pazar

"Güçlü" Kadın


Hayatım boyunca, "Baban ne iş yapar?" sorusundan nefret ettim. Hele çocukluğumda... Her yeni okul dönemi, her yeni tanışma, kendini, içinde "annen baban necidir?" zorunlu açıklamalı tanışmayla başlar. Ne çok önemliyse bu "Baba işi?", annenin ne yaptığı daha az önemlidir bir de (!), ve bence asıl annenin çocuğunu nasıl yetiştirdiği önemlidir ya, neyse; iş başvuru formlarında bile yer alır.
Dev harflerle "ÖLDÜ" diye yazmışlığım var!

Şimdi de "Evli misin? Çocuk?"! "Çocuk?"! "Çocuk yok mu?"!!!

Çocuksan illaki bir baban, evliysen de illaki bir çocuğun olması gerekiyor! 
Aksi halde "tam değilsin", "eksiksin"!
Hele bir de kadınsan!!!


Bir gün nasıl yettiyse... Kuzenimin kuzeni, ya da akrabalık ilişkimiz olan bir hatun diyeyim, telefonda bana "Çocuğunuz yok. Yapmayı düşünmediniz mi?" demesiyle ben:
"Düşündük. Hamile de kaldım. Bir trafik kazasında kendim kurtuldum da, maalesef onu kaybettim. Sonra toparladım kendimi, kırıklarım düzeldi. Tekrar yürümeye başlamıştım. En sağlıklısından incecik de olmuştum, bebek için hatta... Çocuk odası bakarken... Erkenden menopoz.". 

"..."

"Yumurtalıkların iki görevi vardır, bunlardan biri neslin devamını sağlamak, diğeri ise östrojen hormonu ile kadını sağlıklı kılmak."
"Sağlıklı yumurtanın tükenmesi anlamına gelen menopozdan geri dönüş mümkün değil. Bu dönemde kadınlar gebe kalamaz, ancak yumurta bağışı ile gebe kalınabilir, bu yöntem de Türkiye'de yasaktır.

"..."

"Kimseye yük olma!", "Dertlerinle kimseleri üzme, yorma!" edebiyle büyüdük, ama artık her şeyleri içime atmaktan sıkıldım. 
Ayrıca, "Menopozlu Kadın" hakkımı kullanmak istiyorum. 
Her şeyleri haykırmak istiyorum.
Madem herkesler her soruyu sormakta bu kadar fevri, ben de çatır çatır "cevap" vermek istiyorum.
Hoyrat sorulara, al sana gerçeklerle dolu cevaplar burada... 

Ohhhh be!




Zaten fiziksel değişimler ile bile menopoz çok zor bir süreç. Ne kadar da hormon desteği alsan, o göğüslerinin sızım sızım patlamaya doğru ilerlemesi, bitmiyor hiç mesela. Üst beden öyle büyüdü ki, Marks&Spencer'ın en büyük sütyen bedeni bile olmuyor üzerime.
Metabolizma kağnı hızında.
Fiziksel gücünü kaybetmeye başlıyorsun da. Kaslar eriyor, belki kemikler de. Dolayısıyla halin de kalmıyor hiç bir şeylere.
Nefes bile alamaz oluyorsun.
Cildin eski esnekliğinde değil. O "ifade" çizgileri daha mı bir belirgin? Çok da takmıyorsun ya! "-mı?" acaba?






İşin duygusal yanıysa.. Sabahları işe ağlayarak gidiyorsun mesela. Geceleri de ince ince göz yaşları akıveriyor. Çabuk yorulduğundan mıdır, iş çıkışı bir şey yapmaya halin kalmadığından mı, sinirli oluyorsun; daha doğrusu her şeye kızgın. Tahammülün hep sınırda. 
Hafta sonları, çoluk çocuk herkesler keyiflerde iken, tüm ailelerden, istemeden, uzaklaşıyorsun.
Kaçasın geliyor, da, halin yok kaçmaya...





Artık dev şirketlere, ya da başkalarına para kazandırmak istemiyorsun. (Bu herkeslerin derdi galiba.) Ama para da kazanmak zorundasın. Onca yıldır ırgat olup, kazandığın parayı kiraya, yola, gırtlağa, ve stresten olur olmaz saçmalığa harcamışsın, kenara iki kuruş koymamışsın da! Artık "yaşamak" istiyorsun. Oysa emekli olmaya daha 15 yılın var. "Yuh" diyorsun; "Nasıl olacak ki?". "Bu erken yaşlanma ile erken emeklilik, erken menopoz için geçerli değil mi? Niye ki?".

Artık zaman, daha mı hızlı akıyor? Yapmak istediklerime hiç zaman kalmıyor.
İzmir'de onca fotoğraf çektim oysa. Hem de Canon EOS 760D'imle. (Evet aldım. Evet fotoğrafçılığa da başladım.) :-)))
Şöyle, "Bikini'nin İzmir'i"'ni yazasım ("yarasın") vardı ya.


Meyhane Piero, Alsancak, İzmir
Mayıs 2016


Sonuç; 69,9'dan 64,7'ye indim, gram gram, zar zor. Hatta "bir ben biliyorum ne çektiğimi" derecesinde!

Temmuz başında, bayramda ilk tatil. Şöyle 10 kilo versem, ne şahane olur. ;-)

Dahası benim bedenen güçlenmem gerek. Ama önce bu fazlalıklardan kurtulmak lazım. Zira, kemikler inceldikçe, kaslar eridikçe, her fazla gram zarar veriyor. 

Ayurverda öğrenmeye çalışıyorum şu ara.
Ve tabiki de yine şifa yogada. Ahhh bir de yapan olsa...









13 Aralık 2015 Pazar

inziva^ya gittim. Gelicem.


Yaw meğer ne boyumu aşan işlere yazdırmışım kendimi. Bittim resmen. Ama ne bileyim canım ben, neredeyse her haftasonu, Cumartesi ve Pazar, sabah 09:00'dan akşam 19:00'ya kadar dersin yanı sıra, bir de her gün yapılası 2 saatlik pratik ödevi ve de bir kaç saat Anatomi çalışmak gerektiğini...

Ama canım, niye her şey hep çalışmayanlara hedefli yapılır ki?!!! Yazık değil mi biz #beyazyakalı/lara! Hobin ile ilgilenmek, kendine zaman ayırmak, hayatına bakmak için, ya Ev Hanım'ı, ya henüz öğrenci, ya da freelance veya part-time çalışan kadar şanslı olmak gerekiyor.

Ben gibi bir kaç daha full-time çılgını gelmiş katılmış bu yoga eğitimine. "Ama benim ödevleri yetiştirmeme imkan yok. En erken 20:00'de gelebiliyorum evime!" diye ağlayan, o biz çalışan azınlığa, garip garip bakan diğerleri... (Bunlar hep, zamanı olanlara olan kıskançlığımdan. :-ppp)

Zira ben, o bir hafta izni de alacağım diye, son 2 haftadır, en erken 22:00'da çıktım işten. En korkuncu, zihnin deli iş yoğunluğunda koşturmaya, yetişmeye çalışırken, bedenin masa başında öylece oturuyor olmak zorunda kalışı. Halbuki, stres anında bir koşmak, bir yürümek, bir hareket etmek gerekiyor. Ahhh, o zavallı bedene ne zararlar yükleniyor...
Tüm hastalıkların sebebi, tam da bu yaşanan durum işte...


Tüm bu zorluklar ve yoğunluk bir yana, içine girdiğim bu felsefe derinliklerine daldıkça dalasım var. Bıraksalar da, hiç çıkmasam... Öğrendiğim en ufak detay için bile nasıl mutluyum anlatamam.
Muazzam bir ışık açıldı sanki... Beni çağıran.





Ve en büyük tecrübelerden biri de, yarın sabah başlıyor...
İnziva'ya gidiyorum.

Bütün gün Yoga ve doğa içinde olmak... <3 <3 <3
Kendimle; zihin ve bedenimle baş başa... <3 <3 <3
Vegan ve glutensiz, sevgi dolu hayat... <3 <3 <3
Ve tüm dünyadan uzak, her şeyden uzak... <3 <3 <3

Ve en zoru, en az 2 telefonla yaşayan bir Beyaz Yakalı için, o telefonlarsız olmak olacak galiba.

Müthiş bir deneyime açılıyorum. 

Dönüşte görüşmek üzere... <3 <3 <3

Namaste... <3 <3 <3








30 Ağustos 2015 Pazar

Bir gurur duyayım kendimle!


Hiç de korktuğum gibi olmadı. Meğer "Sigarayı BIRAKMIŞ!" destanı öyle bir yayılmış ki, daha ben varmadan, yazlıkçı camiasında (onlar kimler dersen buraya tıkla) bu yazın da kahramanı oluvermişim.

Beni tebrik eden edene... Sarılan sarılana... Alkışlayanlar... "Helal be sana!" diye haykıranlar... "Bana ümit verdin.", "Umut oldun." diyenler... "10 numarasın!" hareketi çekenler...

Kutlayan kutlayana...





Bir ara kuzen, gaza gelip, beni omuzlarına alası geldi de, artık o kadar hafif olmadığımı o an fark edince, "Tamam, tamam." diyerek yavaşça bıraktı.

Benim için o kadar da büyütülecek bir şey değildi oysa. Zira, "Sağlıklı Yaşam Tarzı Manifestosu" (yazı için tıkla) eden birinin sigara içmeye devam etmesi kadar saçma bir hareket yoktu. Körpe gençliğimde, tamamen özenti ile başladığım bu pisliğe son vermekte, geç bile kalmıştım. 

Ve herkesler kutlayınca, o an anladım, ben büyük bir şey daha başarmıştım, esasında. Hem de onca problemin, üzüntünün arasında... En başta, kendim bir kendimi kutlamalı, alkışlamalı, tebrik etmeliydim ya! Hatta, "Dur gel bir öpeyim seni!" :-D
"Affferin kız sana!". ;-)







Konudan haberdar olmayanların "Sende bir başka güzellikler var? Ne yaptın sen böyle?" girizgahı ile, ortak kanı, yüzüme müthiş bir canlılık ve süper bir sağlığın geldiğiydi. O kadar ki, ışıl ışıl parlıyordum sanki. ("Yok artık!" dedikçe dedim de, vallahi de, herkeslerden aynı yönde şahane yorumlar yani. "Vay anasını" sevinçleri, şımarıklığı, kıs kıs ve bolca gülümsemeli...)

Ha o fazlalıklar mı? Aman gayet normalmiş ya. Annesi, teyzesi, bir tanıdığı da, sigarayı bırakınca kilo almıştı. Hatta sigarayı bırakıp da kilo almayan zaten yoktu ki. Tiroidi az çalışmaya başlayan, şekeri fırlayan bile vardı. 6 ay sonra, yavaş yavaş her şeyler yeniden yoluna giriyordu. (Ollley, 1 ay kaldı bu geçiş dönemini tamamlamaya.)


Velhasıl, alınan bunca gazla, bu yaz, tam bir kutlama hal ve hareketleri ile geçti. Coştukça coşuldu...







Kendime 65 kiloya kadar izin vermiştim de, 64,7'de kalmışım. Ohhh maşallah... :-p


De, herkesler "bunlar sağlık kiloları" dese de, pek de katılmamak, hatta kapılmamak lazım geliyor gerçekte. Ne kadar kilo, o kadar kısalan ömür. Hele de kadınlar için. Hayır zati, yapılacaklar listeme şöyle bir bakınca, benim en az 95'ime kadar yaşamam gerek.


13 Ağustos 2015'te 97 yaşına giren, dünyanın en yaşlı Yoga hocası
Tao Porchon Lynch



Bir de; e 40'ıma girmişken, şöyle bir 20'liklere taş çıkartasım var. :-D :-p





Neyse uzatmayayım, çeneyi bırakıp, artık yavaştan toparlamaya bakayım.


Yeniden yola girmek deyince, işe Bikini style ;-) plank challenge ile başlamak lazım gelir. Doğru dozla, öyle bir ateşlemeye başlar ki bedeni, en dip köşesine kadar, "Amanın nereden çıktı bu motivasyon?", "Nasıl da odaklandım ben yeniden doğru yola!" türü sözleri, düşünceleri tekrar tekrar eder olursun.








Mucizeler yaratan bu Bikini'nin Plank Challenge'ına (detaylar için tıkla) çeşitli versiyonlar da eklesem mi ki acaba? ;-)
(Daha düşünürken gaza getiriyor insanı, gördün mü be ya!)





Ahhh, e bir de Su var elbette. Baksana şu yazına; "Sihirli" Alkali Su (buraya tıkla) ve hatta şuna da; Günde 3 litre Su ile 10 Yaş Gençlik (tıkla).



Her şeye yeniden başlamak için tek ihtiyacın bir Yoga Matı ve de şifa dolu Alkali Su... Bu kadar kolay ve basit ya aslında; hatırlayana... :-)


Eureka! ("Hatırladım!" manasında! :-p)








23 Haziran 2015 Salı

Çok fena dirençlere gelmişim!!!


Prof. Dr. Dahiliye amcama göre de turp gibiyim. Hayır bileydim, kanımdaki vitaminleri mineralleri ölçeceğini, ona hepsinin optimal olduğunu söylerdim yani. Onca teste gerek yoktu hani. :-p

Prof. Dr. Kadın amcam kılıklı o da; "Bunlar doğal kilolar. Biraz dikkat ettin mi, verirsin hepsini.". Yemek günlüğüm, Instegram hesabımı açıp, yediğimi içtiğimi dökesim geldi önüne de, neyse şimdi.

"Böyle de güzelsin." tatlılığıyla da bitirmiyorlar mı konuşmayı, bir şey de diyemiyorsun ki.


Ayrıca, bence de, kadın vücudu her hali ile güzel. Bizzat şuraya yazmışlığım var.







Amma ve lakin, o dolgun hatlar da, ince bir bel ile çekici. O seksi WHR=0,70 oranlı olanı (detaylar için tıkla) yani. 
Dahası, "sağlıklı kadın"'ın tıbben tanımı da, tam da bu.







Şaka etmiyorum. Bel bölgesinin yağlanması, iç organlarının da yağlanması demektir, ve hele hele kadın için çok tehlikelidir, ölümcüldür.



Aldım soluğu Bayan Prof. Dr. Endokrinoloji'de.

Durum şu:


  1. Ne kadar hormon terapisi görüyor olsam da, ki ben bir ara onu da bıraktım, gerçek östrojenin yerini alamıyormuş bu sentetik hormonlar. Bedeni kandırmaya yönelikmiş bu terapiler. Östrojenin azalması ile vücut daha az yağ yakmaya yönelmek ile kalmayıp, yağ yapan pis bir enzimi de harekete geçiriyormuş. Adı ALDH1A1 olan bu sinsi enzim, en tehlikelisi olan iç organlar etrafında yağ birikimlerine sebep oluyormuş.
  2. Ve maalesef bu yağlanma, bende, Tip 2 Diyabet'e, İnsülin Direnci, (Karatay Teyzemin ekleyeceği üzere) Leptin Direnci yani (Prof. Dr. Ahmet Aydın'ın tanımıyla) Metabolik Sendrom'a yol açmış.
  3. Bunlar yetmezmiş gibi, Tiroid ultrasonunda çıkan, çeşit çeşit nodüller. Tam 24 tane. 2 tanesi biraz büyük gibi ama, neyse ki, şimdilik bir biyopsiye gerek yok. Yakın takibe alacağız.
  4. Kan testlerini inceleyince de, ne görelim?! Meğer bende Haşimato hortlamış. O da yetmemiş, Tiroid hormonları hızını düşürmüş, Hipotiroidi hastası da olmuşuz.



Daha başka kilo yapan hastalık var mı bilemedim!!! Tam başlayacağım isyanlarıma, sövmelerime, hatta dümdüz saydırmalarıma, ağzım dolu dolu, içten içten böyle; garip bir rahatlama düştü içime.

Tüm bu yaşadıklarımın, sebepleri çıkmıştı artık ortaya...


  • En sağlıklısıyla besleniyor olsam da gittikçe artan kilo ve yağlanma,
  • Dinmeyen ödem ve şişkinlikler,
  • En şahane uykuları alsam da, geçmeyen, süründüren yorgunluk, halsizlik, isteksizlik hali,
  • Karbonhidrat atakları, tatlı krizleri,
  • İlaca bile inat eden kabızlık,
  • Şu sürekli "Burası çok soğuk"'lu üşümeler,
  • İncele incele sürekli kırılan, artık oje sürülemez olan tırnaklar,
  • Baş ağrısı, kas krampları...



Sonunda...
Ne ile savaşmam gerektiğini biliyorum artık...


Yaz üstü gelmeyeydi hepsi üst üste, iyiydi de...
Neyse...








Şimdi, hiç zaman kaybetmeden;






  • En pembe GI ile beslenme zamanı...
  • Meyveye bir süre tamamen ara versem iyi olacak.
  • Hatta, tahıldan da uzak durayım.
  • Leptin dostumuz en şahanesiyle çalışsın diye erken akşam yemeği...
  • Tüm bu dirençleri kırmak için, akşamları en az 40 dakikalık yürüyüşler pek pek mühim.
  • Sabahları Surya Namaskar hormonlara şahane geliyormuş, onsuz güne başlamayayım.
  • Hatta iyicene yogaya vereyim kendimi... Öyle ya, beden ile bağlantıyı kopardık sanki...








Zati, tüm bu dirençleri de aşarsam, tarihe de geçerim herhalde. Kitap da çıkarırım üstüne: "EN ALAYLI İNCELME UZMANININ TÜM SIRLARI" diye. :-p
E ben gideyim o halde...









Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...