Hiç uzatmıyorum! "Oydu da buydu da" demiyorum! Doğrudan konuya giriyorum. Kilo: 68 Ve şurda bayrama kaldı 21 gün! En sağlıklısından bir şoklanmanın tam vaktidir! Bir önceki yazı "Mart ayı, DETOKS ayı" YE! ve BIRAK! listesini iyicene ezberle! Sonra öğünlerini şöylece ye! 10:00 Kahvaltı:
Bir porsiyon mevsim meyveleri
11:00 Kahve arası:
Bir tatlı kaşığı Hindistancevizi yağlı filtre kahve
13:00 Öğle Yemeği:
150 gram ızgara, fırın ya da haşlama balık (mümkünse balık, olmadı diğer sağlıklı proteinler)
Bolca zeytinyağlı yeşil salata ya da zeytinyağlı mevsim sebzeleri
Avokado (akşam yemeğine de bırakılabilinir)
16:45 Akşam Yemeği:
2 haşlanmış yumurta ya da omlet
Bol yeşillik, otlar
Zeytinler veya zeytinyağı
Avokado (öğlen yemediysen)
Saatler önemli! Hele Hele akşam yemeği saati en önemlisi!
Bütün mesele 17:00'den sonra su ve bitki, zencefil, sindirim çayları dışında bir şey yiyip içmemekte!
Gün boyunca 2,5 - 3 litre su. Evet, öğün aralarında ve akşam içilecek bitki çayları bu litre hesabına dahil!
Sonracığıma 23:00 dedin mi uyunacak (evet aç karnına, gurultularla mis gibi incelik ve gençliğe yatılacak) ve sabah 07:30 öncesi nefes çalışmalarıyla (Oksijen yağ yakar!) güne başlanacak. Sabah kaptırmışken üstüne Güneşe bir Selam da çakılacak. Ofis hayatına rağmen, gününü aktif yaşama da çevirebilirsen (Hareket etmek muazzam önemli! Her güne bir hareket eklesem mesela! Bir güne 1 saat yürüyüş, öbür gün uzun bir yoga!),
İçimden nasıl bir canavar çıktı öyle? İnanamıyorum! Anladım! Kış günü vücut bunu arıyor da arkadaş, bu nasıl bir doyumsuzluktur böyle? Bu kadar hayvansal proteine saldırmak nedir yahu?! Hayret ediyorum! Peynire bile zor bakabilen o vegan nereye gitti? O eski halimden eser yok şimdi! 🙄
Yalnız şahanesiyle karbonhidrattan, glutenden, rafine şekerden, fast food'dan kurtuldum ya! Ben ona sevinirim! ✌🏼 11 Şubat'tan beri glutensiz, tahılsız, şekersiz olmanın gururu içerisindeyim!
Şu akşam geç vakitlere kadar Cabernet Sauvignon'lu yemelere de dalmayaydın, bu kış günü kilo bile verecektin be Bikinim!
Maalesef vegan olunca dışardaysan hele, bazen gerçekten de yiyecek hiçbir şey bulamıyorsun. Açlıktan ya patatese ya da ekmeğe sarıyorsun. Bir ara, patates kızartmalı soğanlı dürüme dadanmıştım. Balık rakı muhabbettinde doymadığımdan ortaya patates kızartması söylüyordum. Sonra Patso'lar... Lay's Klasik'ler... Etsiz Ayvalık Tost'ları... İşlenmiş soyadan yapılan sözde peynir ve Veggie Burger'ler... Patates olduk çıktık tabi! Haşimato'yu da coşturdukça coşturduk! "Her otoimmün hastalıkta olduğu gibi Haşimato hastalığında da şeker, un ve glüteni sınırlı, selenyum, probiyotik ve Omega-3’ü bol beslenmekte yarar var." diyor Osman Müftüoğlu ve bir sürü doktor ve araştırma da benim gibi Hashi'lere iyi gelmeyen yiyecekleri şöyle sıralıyor:
Şeker
Gluten
İşlenmiş gıdalar
Doymuş ve trans yağlar; kızartmalar
Soya ürünleri
Süt ürünleri
Filizlendirilmemiş baklagiller, tahıl, tohum ve kuruyemişler
Nightshades denen sebzeler: Domates, patlıcan, biber ve patates
Valla ne yalan söyleyeyim, şu gluten, tahıl, işlenmiş karbonhidrat ve kızartmalardan uzaklaştığımdan beri, kendimi çok enerjik hissediyorum. 💃🏼
Yazma enerjim bile yeniden yerine geldi sanki. 🙏🏼❤️
Hatta gücümü de toparlamaya başladım yeniden gibi. Plank'lara varyasyonlar eklememe ramak kaldı. 👊🏼
Ama şu da bir gerçek ki, et denen şey, çok ağır ve sindirmesi çooook zor. Sindirim sistemim bir ara tamamen durdu, o derece. Mideye lök diye oturuyor. Saatler sonra belki bağırsaklara ulaşabilirse de günlerce orada öylece oturup kalıyor!!!
Her ne kadar "Etobur-Otobur İkilemi" kitabında Michael Pollan, -yaw bu arada ne şahane kitaplar listelemişim "Sindirmek!" yazımda (listeye ulaşmak için tıkla!), muazzam derecede fikrim, görüşüm, ruhum aydınlanıyor- HOMO HEPOBUR diye adlandırdığı insanlar için şunları dese de;
"Dişlerimiz her şeyi yiyebilir özelliktedir -hayvan etini parçalamaya ve bitkileri öğütmeye yarar. Bir etobur gibi hareket edebilen çenemiz aynı zamanda kemirgen ve otçul gibi davranabilir; çenelerimizin davranışı, yemeğin özelliğine göre değişir. Midelerimiz elastini kırmaya yarayacak enzimler üretir. Elastin ette bulunan ve başka hiçbir yerde bulunmayan bir proteindir. Metabolizmamız yalnızca bitkilerde bulunan birtakım kimyasal bileşenlere (örneğin C vitaminine) ya da yalnızca hayvanlarda bulunan bileşimlere (örneğin B12 vitaminine) ihtiyaç duyar. Bizim için çeşitlilik bir tattan ziyade biyolojik bir gerekliliktir."
ben, Michael'in yazdığı 2007'den beri bile çok şey değiştiğine inanıyorum. Et dediğimiz şey öyle bir fabrikasyon oldu ki... Belki, o da, tamamen antibiyotik ve hormon yüklü bu fabrikasyon etlerden bahsetmiyordu!!! Ve bence, zaten genetiğimiz de her Allah'ın günü et yemeği sindiremiyor! Yuval Noah Harari'nin ünlü "Sapiens" eserinden de anlaşılacağı üzere, milyonlarca yıl boyunca, insanoğlu ot, meyve, kabuklu yemiş, böcek ve aslan, çakal, sırtlanlardan geriye kalan leşlerin kemiklerinden sıyırdığı ilikler ile beslendi. Sonrasında, sadece yüz bin yıl önce, pek akıllı Sapiens atalarımız ateşi kontrol etmeyi, yani yemek pişirmeyi ve o ateşi silah olarak kullanmayı, keşfedince, normalde sindiremediği -buğday, pirinç ve patates gibi- yiyeceklerden başlayarak, besin zincirinde çok büyük bir sıçrama yaşadı. Öyle hızlı bir sıçrayıştı ki bu, ne ekosistem, ne de vücut biyolojisi gerekli adaptasyonları yapmaya fırsat bulamadı. Şimdi, bir de, şu son 21. yy. çılgın hıza ulaşan endüstriyel, genetiği ile oynanmış, yapay besin üretimini, o "besin" denilenleri sürekli tüketip, bağımlısı olduğumuzu, dahası "doğal" olanı (doğa anayı) yok ettiğimizi düşününce, Yuval Noah Harari'nin, "Bu Sapiens, bu kafayla 1000 yıl daha yaşayamaz" tezi de gerçekleşecek gibi gözüküyor!!!
Bu Sapiens önüne gelen her haltı yiyor da, o sindirim sistemi henüz o her haltı sindiremiyor! Bütün hastalıklar da bundan doğuyor!
Zira, bir Ayurveda atasözü boşuna demiyor:
"Ne yediğin değil, ne sindirdiğin önemlidir."
Velhasıl, araştırmalara göre Hashi'lere iyi gelen, Haşimato'yu tedavi eden gıdalar şöyle:
Kemik suyu (tabi ki de serbest gezen, doğal otlayan, mera hayvancılığı)
Doğal avlanan, çiftlikte yetişmemiş, deniz ürünleri ve Omega-3 zengini chia
Serbest gezen, doğal otlayan, antibiyotik ve hormondan uzak hayvansal ürünler; yumurta
Filizlendirilmiş maş fasulyesi
Orman meyveleri
Zerdeçal
Zencefil
Yani şöyle bir balkınca ve inceleyince, bu Haşimato da aslında besbelli bir sindirememe problemi. Hatta Ayurvedik bakış açısıyla, bu bildiğimiz Geçirgen Bağırsak Sendromu!!! Dolayısı ile tedavisi de aynı!!!!
Konu dönüyor dolaşıyor, hep kadim bilgilere dayanıyor.
Dünyayı, insanlığı bu kadim bilgiler kurtaracak, ahanda buraya yazıyorum!
Şimdi üçüncü cemre de düşmüşken, o Ayurverdik detoksların da zamanı gelmiş demektir. Ayrıca, Ayurveda'ya göre kıştan çıkmak kilo vermeyi gerektirir. Bünyenin, bedenin doğası gereği, baharda tüm fazlalıklarını bırakası gelir.
Demem o ki, sen hem Menopozlu hem Hashi'linin bile kilo verme yardımcısı ilkbahardır; yani zamanı artık gelmiştir!!!!!
AYURVEDİK İLKBAHAR DETOKSU
İlkbahar detoksu, Mart ve Nisan aylarında, çalıştığım günlerde, hafta içi, gelirli besinleri çıkararak beslenme ve çalışmadığım dinlenme günlerinde, hafta sonu, iki gün boyunca sadece sebze suyu içilen oruçtan oluşur.
Aslında mesele o bolca dinlenebildiğin, stresten uzak olduğun iki günlük sebze suyu orucuna bünyeyi kademeli olarak hafta içi hazırlamaktır. Bir anda sadece sebze suyu orucuna geçiş, bedene stres yükler. Bu fiziki stres, duygusal stres gibi, yani korku, endişe, öfke ve pişmanlık duygularının yarattığı huzursuzluk, bağışıklık sistemini zayıflatır, kortizol seviyesini yükseltir ve bedenin doğuştan gelen kendini iyileştirme mekanizmasını engeller!
Kilo vermeye ihtiyacı olmayana, ki yine de kıştan kalan o "ama", yani gitmesi gereken fazlalık illa ki gidecek, tam anlamıyla bozmadan yapılan 2 haftalık program bağırsak temizliği için yeterlidir. Benim gibi Hashi'lerin en az 30 gün devam etmesinde fayda var. Belki haftada bir gün, ama o oruca uzak olan günde bir "toksik" günü yapılabilir. Ama amaç toksik günler yaratmak olmamalı tabi. 😁
Mesela benim o haftasonu sebze suyu orucuna hazırlanmam için:
Pazartesi-Salı:
BIRAK!:Tatlandırıcı dahil şeker, tatlı, kafein, alkol, rafine gıdalar, fast food, kızartılmış yiyecekler ve kırmızı et; ben zaten yıllardır tavuk da yemiyorum.
Kahvaltıyı atla.
Gün boyunca bolca sıcak su ve taze zencefil çayı yudumla.
HASHI'LERE NOT: Bolca Haşimato'ya iyi gelen besinleri ve mevsim sebzelerini tüket.
Çarşamba-Cuma:
BIRAK!:Tatlandırıcı dahil şeker, tatlı, kafein, alkol, rafine gıdalar, fast food, kızartılmış yiyecekler, kırmızı et, tavuk, kuruyemiş ve süt ürünleri.
YE!: Balık (özellile küçük balıklar), fasulye ve mercimekler (tercihen maş fasulyesi ve kırmızı/sarı mercimek), yüksek kalitede yağlar (zeytinyağı, hindistancevizi yağı ve Ghee), organik yumurta, kinoa, basmati pirinci veya esmer pirinç, darı, karabuğday, yulaf, mevsim sebze ve meyveleri.
İÇ!: Günde bir bardak sebze suyu veya çorbası ve 2 bardak sindirim çayı
Gün boyunca bolca sıcak su, taze zencefil çayı, yeşil çay ve bitki çayları yudumla.
Cumartesi-Pazar:
BIRAK!:Tüm katı yiyecekler.
İÇ!: Günde beş bardak sebze suyu veya çorbası ve 2 bardak sindirim çayı
Detoks Sonrası: Pazartesi (isteğe bağlı bir hafta uzatabilir)
BIRAK!:Tatlandırıcı dahil şeker, tatlı, kafein, alkol, rafine gıdalar, fast food, kızartılmış yiyecekler, kırmızı et, tavuk, kuruyemiş ve süt ürünleri.
YE!: Balık (özellile küçük balıklar), fasulye ve mercimekler (tercihen maş fasulyesi ve kırmızı/sarı mercimek), yüksek kalitede yağlar (zeytinyağı, hindistancevizi yağı ve Ghee), organik yumurta, kinoa, basmati pirinci veya esmer pirinç, darı, karabuğday, yulaf, mevsim sebze ve meyveleri.
İÇ!: Günde 1-2 bardak sebze suyu veya çorbası
Gün boyunca bolca sıcak su, taze zencefil çayı, yeşil çay ve bitki çayları yudumla.
DETOKS BOYUNCA İZLENECEK GÜNLÜK RUTİNER:
Gün boyuca bol miktarda sıcak su yudumla.
Detoks boyunca sauna veya hamam detoksa yardımcı olur.
Derin doku ve lenf drenaj masajı toksinlerin atılmasını destekler ve hücre yenilemesini teşvik eder.
Günlük yürüyüş, hafif koşu, yoga, pranayama ve meditasyon yap.
Kalkar kalkmaz dişlerini fırçala ve dilini sıyır.
Bir bardak sıcak su iç. Karaciğeri ve bağırsakları daha da güçlendirmek istersen, suya birer çay kaşığı limon suyu ve bal karıştır. Yalnız, bal sıcağa dayanıklı değildir. Toksine, zehire dönüşür. Kaynar su yerine ılığa dönük sıcak su tercih etmek daha şifalıdır.
Sabah bir çay kaşığı susam çiğnemek, sindirimi ateşler.
Sabahları vücudu kuru fırça ile fırçala.
Yağ masajı yap.
Ilık bir duş sonunda sıcak/soğuk hidroterapisi uygula.
En kuvvetli ve önemli öğününü, öğle saatlerinde, sindirimin en ateşli olduğu 12:30'de yap.
18:30 gibi hafif bir akşam yemeği ye.
Atıştırma!
Yemeklerden 10 dakika önce bir dilim sindirim ateşleyicisi ve yemeklerden sonra da kavrulmuş rezene tohumu çiğne.
Meyveyi her zaman tek başına, öğünlerden yarım saat önce ya da üç saat sonra ye.
Süt ve ürünlerinini de tek başına tüketmekte fayda var. En azından diğer hayvansal proteinler, et, tavuk, yumurta ve balık ile aynı öğünde eşleştirmemekte şifa var.
Yine yumurtayı aynı öğünde farklı bir protein, et, tavuk ve balık ile eşleştirme.
22:30'da yatakta ol. Uyku, vücudun arınma ve yenilenmesi için ilaç.
DESTEKLER:
Omega-3 ve Krill yağı
Probiyotik
Sindirim Enzimleri
Spirulina
Kolajen
Magnezyum
Hemen bu Pazartesi başlayayım. Hadi yaaaa, bu Çarşamba Hale ve Gözde'yle akşam üstü meyhanesi yapacağız. E, öbür haftasonuna şipşakçı kızlar grubuyla fotoğraf turu var. Amanın ay sonunda Burçak'ın 41'ine basmasını, Ayşe ve Serap'la pijama partisi ile sabahlara kadar 41 kere kutlayacağız. Bir de işteki kızlarla bir stres atma gecesi vardı!!! En önemlisi, yılın ilk tatili, 23 Nisan'da; Pazartesi'yi birleştirip İzmir'e kaçacağım!!!!! ... İzmir'e? Ege? Bu yılın ilk Ege'ye inişi olacak!!!! 🤩😍 E o zaman, rakı sofrasında alttan sebze suyu mu çekersin, ya da "sek içiyorum" deyip su mu götürürsün bilmem, Ege, ince bir inişi hak ediyor bence Bikinim! 💪🏼
Sonbahar şeysi yapacaktık daha; ne ara kapıya dayandı kış?!! Nasıl yapacaktım zati?! Menopoz semptomları öyle bir hortladı ki! Dinmeyen göğüs ağrıları, nefes almamı zorlayan şişkinlik, rahatsız edici o yanma, koltuktan kaldırmayan yorgunluk, ateş basmaları, uykusuzluk. Bir de sinir var tabi. Günlerdir doğru dürüst uyku girmemiş gözüme. Göğüs sızıları doruk noktasında; koparıp atasım var! Dayanamıyorum! Her şeyi denedim geçmiyor bir türlü. Ağrı kesiciler işe yaramıyor! Anti-depresanlar, sakinleştiriciler... Yok! Uyuşmak için yemeklere veriyorum kendimi; yok! İçki; yok! Bir saniye dinse, bir saniyecik rahatlayabilsem! Tahammülüm kalmadı! Yok! Çıldıracağım! Öyle ki, o deli trafikte zıvanadan çıkmışım, "Tamam" dedim, "Katlanamıyorum artık! Ölsem mi? Bu sıkıntılar başka türlü geçmeyecek."!!!! Gerçek mi, şaka mıydı bu aklımdan geçenler?!!! ... "Allah'ım, yardım et!" Eve nasıl geldim, ne ara aklıma OSHO'nun "Beden ve Zihni Dengelemek" kitabındaki meditasyonu geldi, hatırlamıyorum. 44 dakikalık meditasyonu sabaha kadar kaç kez tekrarladım bilmiyorum. Gözümde yaşlar, sızmışım. Uyandığımda... Geçmişti! Evet vallahi geçmişti! Sızlamalar yoktu! Allah'ım yardım etmişti! Mucize gerçekleşmişti! Öyle derin, öyle sakin, öyle huzur dolu bir nefesti ki o! O sabah... Yeniden yaşama dönmüştüm.
Çok şükür. Çok şükür. Çok şükür.
"Önce bedenine iyi bakması gerektiğini idrak ediyor. Çünkü bedenimiz bu dünyayla irtibat kurabildiğimiz, deneyimlerimizi yaratabildiğimiz, bu yaşamımızda sahip olduğumuz en kutsal varlığımız ve tek gerçek evimiz. Mutluluk hali ilk olarak bedenimizdeki dengeden başlıyor. Eğer bedeninde denge yoksa potansiyellerimizi keşfetmemiz ve kullanmamız da güçleşiyor. Kişi bedenine iyi bakmanın sadece sağlıklı beslenmeyle mümkün olmadığını, beslenmenin yanı sıra başka bir dizi gerekliliği de içinde barındırdığını fark ediyor. Bu idrakla bedene iyi bakma halinin sadece iradeye bağlı bir disiplinle sürdürülebilir olamayacağını anlayarak, yaşamına farkındalığı artırıcı egzersizleri eklemeye başlıyor. Çünkü ancak farkındalık hali yükseldikçe kişi irade kulanmaya gerek kalmadan, bedeni için bilinçli seçimler yapabilme yetisini kazanmaya başlayabilir."
Sonra hızlıca sayfalarını çevirdim kitabın; "Günlük Rutinler"'in ilk adımı olarak "Uyku" diyor, "Biyolojik ritim" diyor.
"Yani güneş doğarken doğanın uyanmasıyla güne başlamak ve güneş battıktan birkaç saat sonra ortalama 22:30-23:00 civarı uyumak için yatağa girmek en sağlıklısı. Çünkü bedenin kendini hem fizyolojik hem de zihinsel seviyede yenilediği, toksinleri tahliye ettiği, hücresel yenilenmeyi gerçekleştirdiği saatler 22:30-04:00 aralığındadır."
"Buna göre yaklaşık 22:30-02:00 saatleri aralığında fiziksel bedendeki detoks işlemleri gerçekleşirken, 02:00-04:00 aralığında da zihinsel detoks süreci gerçekleşmektedir."
Yaaaaa; nasıl da kopmuşum bu bedenin kendi olağanüstü döngüsünden?! Halbuki, vakti zamanında 2 yazımdan biri uyku üzerine. Hep günlük rutinlerim var; 22:30'da uykuya dalınan şahane zayıflama programlarım! O uyku ritüelleri hele kış dedim mi, en başa oturuvermiş bende de. Şu en etkilendiklerimi şuraya not edeyim. Ritimden koptukça göz atayım.
Zayıflatan Güzellik Uykusu (Yazı için buraya tıkla!)
Kış Günü Zayıflamanın Yolu (Yazı için buraya tıkla!)
10 Adımda Kış Günü Zayıflamanın Formülü (Yazı için buraya tıkla!)
Yeni Yıla 10 kala EN HIZLISIndan Zayıflama Programı (Yazı için buraya tıkla!)
Ve şimdi, okudukça anlıyorum, o 2 yıllık vegan hayatımdan sonra bir anda başlayan, milletin önündeki yumurtalara göz dikip, hatta saldırma, gece gündüz deniz mahsülleri aşerme hallerimi. Büyük ihtimal D vitamini de Serotonin de diplerde. Hem kışın gelmesi hem de menopoz dolayısı ile bunlara ihtiyacım da şiddetle arttı demek ki. Üzülerek, buruk, ama maalesef, başka türlü doymuyorum da şu ara. O derin meditasyonlar, içimde içgüdüsel bunları uyandırdı belki de. En azından hayvan refahına özen gösteren üreticilerden veya gözümle serbest gezdiğini gördüğüm köyden alayım yumurtaları. Nasıl bir açlıksa, günde 10 tane yiyesim var.
Omega 3'üm de yerlerde. Besin destekleri de almayalı çoooook uzun zaman oldu. Dur ben onları da bir düzenleyeyim.
Günlük rutinlerimi takip ettiğim, hem her birini hatırlatan hem de onlara uyma motivasyonu sağlayan şu tablolar da süper işe yarıyordu. Today diye bir app gözüme çalmıştı. Ben onu bir deneyeyim. Dilediğim fotoğrafla yaratacağım rutinlere check-list havasında yeni motivasyon eğlencem olmaya aday sanki.
Elbette kafamda saat 22:30'da yatmak ile ilgili sürüsüne soru işareti var. Geçen ofisten çıktığım saat zati 22:30'du. Yılbaşı partileri de başlayacak yakındır. Her akşam bir yerlerde, saat 22:30 itibari ile takılmacalar. Kızlarla yıl kapanış geceleri olacak illa. E yılbaşı gecesi eğlencesinin kendisi zaten 22:30'da başlar.
Yani nasıl olacaksa???
Ama yine eski yazılarımdan fark ettim ki, "yaptığım kadarı" bile yanıma hep kar. Bir gün yatamadıysam 22:30'da, ertesi gün denemişim hep mesela. Olmadı bir ertesi gün. Motto: HİÇ YOKTAN İYİDİR!
Şimdi Pazartesi gününü tamamlayamıyorsam, geçiyor gidiyor bütün hafta. Tutturmuşum, "ya hep ya hiç" saçmalığını; hiçbir zaman hiçbir şey başlamıyor; balık hep yan, hep yatıyor! Yatıyor da, uyumuyor da!!! Hayır uyu hiç olmazsa?! O da yok!!!
Dedim ya, denge gitmiş!!!
Kafa da gitmiş olabilir mi acaba?!!! Eski yazılarımı okudukça feci şüphelerdeyim!!!!
Şu su içmek üzerinde de hep çok durmuşum. 3 litre konusu pek mühim. Yine bir app vardı. İşte şu: Water Buddy. Reklamlar dönüyor içinde, ücretsiz oluşundan ya, ama hatırlatmalar süper.
Bir de yemek günlüğü meselesi var. Instagram hesabının asıl amacı tam da buydu da, artık mekanizması farklı çalışıyor. Her bir yediğimi düzenleyip koymaya da zamanım olamıyor. Fotoğrafları çektiğimle kalıyorum. Ama destek ve motivasyon için post etmek de şart. Geçen, o gün tüm yediklerimi bir arada, tek bir sayfada görmemi sağlayan bir app bulmuştum: SEE HOW YOU EAT. Akşam eve gelince, daha fazla da bir şey yemeyeyim diye de, çektiğim bütün fotoğrafları incelesem şöyle. "Ne şahane öğünler yapmışım kendime bugün!" gururunu yaşasam. Sonra da olduğu gibi story'ye yüklesem. Olduğu gibi ama; ne yediysem, eksiksiz, hepsini!
Bence denemeye değer.
Yaw kaptırmışken, çoktandır düşündüğüm "Tibet Gençlik Pınarı, 5 ayin"'e de başlayıvereyim. Dengemi, döngümü şahanesiyle yerine getirir, düzeltir derim. Gökcan Gökmen'in videosunu buldum. Nasıl tatlı anlatmış, hem de her bir detaylarıyla.
22:30'da yatacağım ya, 06:30'da da uyanıp, sabahları meditasyon ve Pranayama'larımdan sonra 3 ile başladığım ve her hafta 3'ün katları tekrarlarda arttırarak devam eder iken rutinime, yeniden dengede girerim yepyeni yıla be! Yaw çene çene çene! Bi' uyutmadınız adamı!! 😜 Saat 22:30'u oldu. mu?! Benim uyumam gerek! Çekilin. Tatlı rüyalaaaarrr... 😊😴
İşi yapmak şöyle dursun, işleri sabote ediyor resmen! Gizli gizli iş çevirmeler... Beni kale almak şöyle dursun, maillerime bile dönülmüyor! Neymiş, "Performans Görüşmeleri"'nde "düşük puan" vermişiz! Aylardır "Feedback toplantıları" yapıyoruz be kızım. Bir tane geri bildirimimi adam yerine koy da, fırsata çevir! Ne bir kendine gelişme yolu araştırmak var, ne de başını öne eğip bir öz-eleşitiriye girişmek! Onun için harcadığımız onca zamana, emeğe saygı duymayı da bırak, tek dert "hakkım olan tazminatlar"'ı almak!!!!!
Yaw, ben yöneticimden bir şey öğreneceğim, bir şey kapacağım diye onun gözünün içine bakardım. Ki o dönemler, "Open door policy" şöyle dursun, bilginin kendine saklanarak güçlü olunduğu düşünülen zamanlar! Müdürün odası, tam bir merak konusu mesela. Öyle cam falan yok! Bildiğin kapı duvar; ayrı bir dünya! İçerde neler oluyor, neler konuşuluyor?! Kapı aralanacak da; sonra, kimsenin seni o an gözlemlemediğinden emin olacaksın; ki, içeri doğru bir göz atabilesin! Purolar, viskiler... "İçerde galiba dünya kurtarılıyor!" Ne bize bir şey anlatan olurdu, ne de bizim sormaya cesaretimiz. Hiyerarşideki yerin kadar bilgin olur, daha fazla için bir üst rütbeye terfi kapman gerekiyordu.
Şimdi açık ofislerde müdürünle aynı havayı soluyorsun. Her türlü bilgiye kolaylıkla ulaşabiliyorsun. Amma velakin, gel gör ki, multi-task yeteneğine sahip olmayanlar böyle bir düzende başarılı olamıyor. Ne, öğrendiği bilgiyi nasıl ve nerede kullanacağını biliyor, ne de o öğrendiği bilgi ile ne yapacağını...
Bilgi, tonlarca bilgi, o kadar çok çeşitli yerden, ve aynı anda, ve o derece hızlı akıyor ki, kimi insanoğlu bununla baş edemiyor. Kafalar iyice karışıyor!
Ronald Giphart veMark Van Vugt'ın "Uyumsuzluk" adlı kitabını okudukça da, anlıyorum ki, ne beden, ne de beyin, ne de zihin, taş devrinden bu yana, son yüzyılın bu muazzam hızdaki dijital devrimine, dönüşümüne adapte olamadı, olamıyor. Bir gecede mutant olunamıyor! Biyolojik evrim, kültürel evrime yetişemiyor; bütün uyumsuzluklar bundan doğuyor.
Çok uzak değil, 90'lı yıllarda, iş hayatına atıldığım ilk stajımdaki iletişim hızına bir bakalım mesela. Cep telefonunun olmadığı bir dönem bu; bambaşka bir dünya. Fax diye dev bir alet var; hayatımız o. Bir nevi, ofis dışına mail atma sistemi. Her departmanda CLP ekranlı bir bilgisayar var. "Computer" deniyor o zaman, sadece "computer". Henüz PC -Personal Computer- "kişisel" fikri yok ortada! O derece! Tüm departman aynı bilgisayarı ortak kullanıyor. İşte o bilgisayar fax kapağı ve duyuruları yazmaya yarıyor. Print ediyorsun, sonra o sayfaları fax ediyorsun.
Şirket içi iletişime girişeceksen, aynı "Computer"'de "MEMO" hazırlıyorsun. Print edip, pardon bastırıp, fotokopi makinasında çoğaltıyorsun. Ve o MEMO'yu ilgili departmanlara bizzat ulaştırıp, imza karşılığı teslim ediyorsun. Onlar da departmanlarındaki "MEMO BOARD"'a asıp, tüm departmanın o MEMO'yu okumuş olmasını bekliyorsun. Ofis dışı iletişime geri dönelim. O "fax etmek" denilen şey o kadar da kolay iş değil. Anlatayım! Telefon numarasını çevireceksin. Aynı zamanda, fax edeceğin o ortak bilgisayarda yazıp print ettiğin A4 saylarını, doğru sıraya ve doğru yüzü ile fax makinasına yerleştirmiş olacaksın. Oldu ya bir yazım hatası buldun onu Tippex'leyip, kurumasını bekleyeceksin. Karşı fax meşgul olmayacak. Sürekli "meşgul" sesi aldığın fax'ın şirketini, -ki eğer o şirket büyük hele de önemli ise doğal olarak fax da yoğun, hep meşgul-, telefon ile arayıp, "Sevgili şirket, size fax çekmeye çalışıyorum. Fax'ınız sürekli meşgul, çevir sesi alamıyorum. Bir kontrol edebilir misiniz, rica etsem!" türü tacizlerde bulunacaksın. Diyelim ki karşı fax'ın o "gidiyor" "dııııııt"'ını aldın, yetmez! Karşı fax'ın toneri bitmemiş olacak. Kağıt rulosu makinaya doğru yerleştirilmiş olacak. Yazıların hepsi, okunur halde, tam tamına çıkacak. Ve ayrıca, karşı tarafta fax'a bakan bir de vatandaş olacak. Bitmiyor. O vatandaş fax'ı, fax kapağında "To:"'ladığımız kişinin departmanındaki "in-tray"'ine bırakacak. En önemlisi, o "To:"'ladığımız arkadaş, o gün ya da en azından o günlerde ofiste olacak. Yok ofis dışındaysa, aman bir de tatildeyse, ona ulaşmayı unut. (Ahhh o eski güzel günler.) En iyisi mi, fax ettiğin o karşı tarafı bir telefonla arayacaksın. "To:"'ya dahilisinden ulaşabiliyorsan ne ala, yoksa cayır cayır çalan telefona bir Allah'ın kulunun bakmasına kalacaksın. Şirket kurumsalsa nispeten şanslısın. Departman asistanına, ya da gelenek olarak tüm dahililere de cevap veren bir ofis çalışanına rastalayacaksın. Seni severse ve keyfi de yerindeyse, ve isterse, mesajı "To:" arkadaşımıza ileteceğini farz edip, fax'ın sonunda okunacağına gönül rahatlığıyla olmasa da fikir olarak inanacaksın!
Velhasıl, iş beğenmiyorsan, kendi aklına ve tavrına uygun iş arar, o istemediğin işten de istifa eder gidersin!!! "Hakettiği" tazminatları verdik gitti!!!
Onca yıllık iş hayatımda, yüzlerce ekip arkadaşım oldu. İşten ayrıldılar, ellerimle başka şirketlerde işe yerleştirdim. İlk defa, çalışanıma "refere" olamayacağım. Geçtim yarattığı tavan yapan stresi, dahası, üzülüyorsun derinden. Zamanını harcamışsın, emek ve dolu eğitimler verişsin, tüm bildiğini aktarmış, gönlünü açmışsın. Ona inanmış, güvenmişsin...
E zaten o "güven" denen acayip zorlu yoldan henüz yeni geçmişim! Ve belki henüz de geçememişim!
"İşyerindeki kameraların app'ine nasıl ulaşırım da, ne halt ettiğini kontrol ederim?!" "Arabasına takip cihazı mı taksam?!" "Telefonu mu dinlesem?!" "Dedektif mi tutsam?!" ...
"Nerdesin?" "Kim var yanında?" "Nerdeydin? Nerde kaldın?" "Kimleydin?" ...
"Eeeeeeeh çekemem be! Bu eve sen dönmek istedin, o halde her soruma katlanacaksın! Yok öyle! Haaaaa beğenmiyorsan da, buyur kapı şuarada!!!"
Adam her küfürüme şefkatle cevap veriyor!!!!!!!
Sonra bana yine geliyorlar...
... "Sindirmek" öyle kolay olmuyor!!! "Sindirmek" türkçe anlam olarak "sinmesini, korkmasını, çekinmesini sağlamak ya da sinmesine, korkmasına, çekinmesine yol açmak" olsa da, ayurveda ya da yoga, "dönüştürmek" ya da "dönüşmek"'ten bahseder. "Sinmek" değil de, o muazzam sindirim sistemimizin bir elmayı bedenimizde canlı hücrelere dönüştürmesi gibi... Yediğim semizotunun, beynimin bir parçası olması gibi... Gözüm, elim, tırnağım, saçım, kanım, kalbimin her gün yenilenmesi gibi... Hücrelerinin, bedenin ve enerjinin yenilenmesi, dönüşmesi ve aynı zamanda ihtiyacın olmayan, sana hizmet etmeyen ne varsayı da bırakmak, hepsinden kurtulmak... Yediğin içtiğin, aldığın hava, her deneyim, her öğrendiğin, her başına gelenin sindirilmesi için bir zamana ihtiyaç var.Bedenin, yaşamın, sinir sisteminin, ruhun ve kalbinin dönüşmek için zamana ihtiyacı var. Ve o süre, o zamanı kendine tanımak zorundasın! ... Öyle çok ağladım ki! Öyle çok yalvardım ki; içimin daralması, kalbimin sıkışması, aldığım her nefeste yüreğime saplanan o öldüren acının bir an önce geçmesi için... Gözyaşları içinde meditasyonlara oturduğumu hatırlıyorum... Sabah olsun diye günlerce uyuduğumu biliyorum... Uyuşmak için bilmem kaçıncı Tuborg Gold ile antidepresan ve melatonin içmişliğimi anlattılar... ...
Psikiyatristime, "beni bir yıl sonraya götür" diye yalvarmışlığım var! ...
Beş tabak makarnayı bir anda yersen, midene oturur. Beden mucize olsa da, onca ağırlığı bir anda sindiremez. Bırak sindirmeyi, mideye inen onca şey, tüm sindirim organlarını ve tüm bedeni önce sıkıştırır, sonra da şoka sokar. Kalbe neredeyse kriz geçirten spazma girersin. İşte tam da o anda, tüm olanları nasıl algıladığın, nasıl karşıladığın müthiş önem kazanır! 5 tabak makarnanın fazla olduğunu, e bir de glutenin de zaten zor sindirildiğini hatırlayıp, spazm geçirdiğini farkeder, bedeni doğal ritminde yavaşça haraket ettirir, gerekiyorsa sindirime destek olacak besinlerden destek alır, nefesine odaklanır, sakince geçmesini beklersin. O gerekli zamanı kendine tanır ve sindirimin senin için çalışmasına izin verirsin. Ya da, kalp krizi geçiriyorum paniği ile kalp çarpıntılarını daha da arttırır, nefesinin daha da hızlanmasına sebep olur, önce sindirim sistemini durdurur, sonra bağışıklık sistemini baskılarsın. Zıplattığın kortizol seviyenle organların işlevlerini yapmalarına harcayacakları tüm enerjiyi onlardan çekip, "savaş ya da kaç" mekanizması için saklanmasına sebep olur ya da tamamen donarsın. Hiç bir sindirim organı çalışmadığından, midende oturan o beş tabak makarna daha da ağırlaşır; iyicene sıkmaya başlar. Makarna da enerji de sıkışıp kalır içinde! Bedendeki o salınamayan, hapsolan enerji, tıkanıklığa sebep olur. Daha da akamazsa, beden kendi kendini yakmaya başlar. Ve sonunda korktuğun başına gelir. Gerçekten de çok ciddi hastalıklarla boğuşur bulursun kendini. Ve şu an, tüm bunları yeniden hatırlayınca; sinirliyken, stresliyken, kortizol tavan yapmışken, bir de ağzıma sözde "comfort food"'ları, rahatlatacağına aldanarak, tıkıştırdığımı düşününce, kendimi nasıl da "yaktığımı" farkediyorum!!!
Batı tıbbının babası Hipokrat, binlerce yıl önce "Bütün hastalıklar bağırsakta başlar." demiş olsa da, bu "modern" tıp neden daha yeni keşfediyor bunları, anlamak mümkün değil.
Bunun yanı sıra, çok daha fazla batılı doktorun, sindirim sistemi ve bedene bütünsel etkisini derinlemesine irdelemesi ve Ayurveda, Çin Tıbbı gibi kadim bilgileri de araştırmaya başlaması da boşuna değil. Hala sadece biyolojik sindirim ile ilgili çalışmalara odaklansalar da, Yoga'dan, Çigong'dan, Çakralar ve Meridyenler'den biliyoruz ki, sindirilemeyen duygular da enerjetik bedende tıkanmalara, ve dolayısıyla, hastalıklara sebep oluyorlar.
Bu kış 200 saatlik Ayurveda Yaşam Programı eğitimine katılasım var. Yogamı da 300 saatlik programla ileri seviyeye taşıyasım... Fakat para biriktirmek, bulmak lazım! Malum artık hayat iyicene zor!
İyisi mi, havalar da soğumuşken, İstanbul'un o ünlü pusu, şehri kaplamışken, dizimi kırayım, evimde oturup, baya bir iddalı hale gelen kitaplığımdan şu üç ana konudakilerini iyicene bir çalışayım.
1.Ayurveda ve sindirim denen muazzam sistem:
Tibet'in Gençlik Pınarı - Peter Keder
Yoga ve Ayurveda: Kendine Şifa ve Kendini Bilme - Dr. Vedaçarya David Frawley
Ayurveda - Dr. Vasant Lad
What are you HUNGRY FOR? - Deepak Chopra
Hot Belly Diet: A 30-Day Ayurvedic Plan to Reset Your Metabolism, Lose Weight, and Restore Your Body's Natural Balance to Heal Itself - Suhas G. Kshirsagar
Ayurveda: Sağlıklı ve Mutlu Yaşamın Sırrı - Dr. Kulreet Chaudhary ve Eve Adamson
Ayurveda: Sağlık, Mutluluk ve zindelik için aradığın her şey doğada var - Ulli Allmendinger
Genleriniz Kaderiniz Değildir: Hayatınızı değiştirecek günlük rutinler - Ebru Şinik
Ayurveda: Beden, zihin ve ruhun uyum içinde işleme sanatı - Dr. Scott Gerson
Ayurveda: Sağlıklı ve Uzun Yaşamın Sırları - Dr. M. Ender Saraç
Kuşaklara göre Ayurvedik beslenme - Dr. Dennis Thompson
Detoks: Sağlıklı ve uzun bir yaşam için vücudunuzu arındırmanın doğal yolu - Daniel Reid
Clean: Expanded Edition: The Revolutionary Program to Restore the Body's Natural Ability to Heal Itself - Alejandro Junger, M. D.
Temiz Bağırsak: Hastalıkların sonuçlarıyla uğraşmak yerine nedenlerini ortadan kaldırın - Dr. Alejandro Junger
Brain Maker: The Power of Gut Microbes to Heal and Protect your Brain - for Life - Dr. David Perlmutter
Büyüleyici Bağırsak: Küçümsediğimiz organ "bağırsağın" iç dünyası - Giulia Enders
Beyinde ararken BAĞIRSAKTA buldum - Dr. Serkan Karaismailoğlu
Mikrobiyota: İçimizdeki mikroplar ve yaşama büyüleyici bakış - Ed Yong
Duygusal Beyin: Bağırsak - Prof. Dr. Hüseyin Nazlıkul
Beyin - Bağırsak Bağlantısı: Vücudunuzdaki gizli konuşmanın duygularımız, tercihlerimiz ve sağlığımız üzerindeki etkisi - Dr. Emeran Mayer
2. Evrim içinde insan bedeni ve yemek:
Hayvanlardan Tanrılara Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi - Yuval Noah Harari
Neandertal: Modern Bilim Onların Hikayesini Yeniden Yazdı - Michael A. Morse &Dimitra Papagianni
Gezegenin Efendileri: İnsan Kökenlerinin Hikayesi - Ian Tattersall
Homo Deus: Yarının Kısa bir Tarihi - Yuval Noah Harari
İnsan Vücudunun Öyküsü: Sağlık, Hastalık ve Evrim - Daniel E. Lieberman
Tüfek, Mikrop ve Çelik - Jared Diamond
Düne Kadar Dünya: Eski Toplumlardan Ne Öğrenebiliriz? - Jared Diamond
Uyumsuluk: Taş Devri Beynimiz Bizi Her Gün Nasıl Yanıltıyor ve Bu Konuda Ne Yapabiliriz? - Ronald Giphart ve Mark Van Vugt
İnsanlığın Yeme Tarihi - Tom Standage
Avcılıktan Gurmeliğe Yemeğin Kültürel Tarihi - Priscilla Mary Işın
Darwin'le Akşam Yemeği: Evrim Yeme İçmeyi Nasıl Etkiler? - Jonathan Silvertown
Beslenme Kültürü ve İnsan: Neden Sağlıksız Besleniyoruz? - Prof. Dr. Metin Özbek
Lezzetin Tarihi: Geçmişten Bugüne Yiyecek, İçecek ve Keyif Vericiler - Prof. Dr. Zeki Tez
Obur Zihin: Yiyeceklerle İlişkimizin Evrimi - John S. Allen
Açlık: Doğal Olmayan bir Tarih - Sharman Öpt Russel
3. Günümüz gıda endüstrisi:
Tuz, Şeker, Yağ: Gıda Endüstrisi Bizi Nasıl Bağımlı Hale Getirdi? - Michael Moss
Peynir Tuzağı - Dr. Neal D. Barnard
Etobur - Otobur İkilemi - Michael Pollan
Tabağındaki Yüz: Gıda Hakkındaki Gerçekler - Jeffrey Moussaieff Masson
Ekmek Biterken: Yeni küresel besle(n)me sistemi yeni insanı nasıl şekillendiriyor? Gelecek ellerimizde mi? - Erhan Ünal
Saklı Seçilmişler - Soner Yalçın
Dizimi kırmışken, şu şahane sonbahar zamanı bir temizliğe de girişeyim. (Program için tıkla). Zira, ye ye ye, nereye kadar?! Hayır bir de, temiz temiz beslenip o fazlalıkları atar atmaz, "Oooh ben isteyince hemencecik kilo veriyorum ne de olsa, gel ben ölesiye tıkınayım!" mantığı, kendi kendimi sabote edişimi çözeceğim ama, dur bakalım.
Ha bir de, Zeynep Aksoy hocamın Reset videoları müthiş bilgilerle dolu. Öyle ki, her bir videoda, kendisinin deyimiyle en az bir "Wow"'a ulaşıyor ve bir video yok ki aydınlanma yaşamıyorum. Arabada açıyorum Youtube kanalını. Trafiği, spiritüel bir yolculuğa çevirdim. 😀🙏🏼❤️